Yazdı.
Bakkaldan alışveriş yaparken girişte oturan adam, bakkalın sahibi arkadaşına bulgurla yapılıp üstüne salça dökülen yemekten-fellah köftesinden- söz ediyordu. Canının çok çektiğini ama kimsesi olmadığı için de yaptıramadığını anlatıyordu kısık sesle. Dükkân sahibinin karısı, “Aliciğim, ben yapıyorum o yemeği.” dedikten sonra yemeği kaç liraya yaptığını söyledi.
Bir şey demedi yaşlı adam. Kendine utandı. Yaz buza kesti. Dallardaki kirazlar da elmalar da döküldü bir bir. Karşı taraftaki eski değirmen inlemeye başladı.
Kadınların var olan becerilerini eve katkıya dönüştürmesi çok değerli! Amma velakin…
İnsan, dostuna emeğini satmaz.
Kıştı.
Zemherinin dondurucu soğuğu… Dolmuş, duraktan keten pantolonlu on dört on beş yaşlarında genç bir yolcuyu aldı. Gencin ayağındaki ayakkabı yanlardan sökülmüş, başparmağı da dışarı çıkmıştı.
“İnsan Hakları Evrensel Bildirisi” geldi aklıma. O ilk madde…
Ahlaki kehanet, güzel şeyler öngörse de gencin saklamaya çalıştığı ayakkabısı çürümüşlüğün, en çok da yoksulluğun somut göstergesiydi.
Zemheri, yanmaya başladı. Bir top kor ateş olup kayıplara karıştı. Sonra “İnsanım” diyen birileri…
Neredesin Kuçuradi?
İlkyazdı.
Erguvanlar, laleler… Binbir çiçekli ilkyaz…
Genç kadın, kaldırımda durmuş; önündeki sepette bulunan kitapları, yoldan geçen çocuklara dağıtıyordu. Sonra karşı kaldırımdaki çöplükten naylon ve karton kutu toplamaya çalışan çocuğa seslendi. Çocuk, çöpte bulduğu kurumuş tostu kemirmeyi kesti. Kadının yanına gitti. Kitabı aldıktan sonra çekçeğine koştu. Kitabı kutuların içine attı. Bir yandan kuru, murdar tostu kemiriyor, bir yandan da çekçeği çekiyordu. Kitap dağıtmak kutsal bir eylem! Amma velakin…
İnsan kişisinin ilk ve en önemli güdüsü açlık!
“İnsanın karnı doymadan ruhuna yardım edemezsiniz.” der jack London.
Güzdü.
Pastaneden poğaça almış, kasadaki sıranın bana gelmesini bekliyordum. Önümdeki müşteri, kasaya bakan gence, ”Bana paranın üstünü fazla vermişsiniz.” deyip fazla verilen parayı uzattı. Örnek bir davranıştı müşterinin yaptığı. Pastanenin sahibi konuşmayı duyunca kasadaki genci azarlayıp hemen işi bırakmasını söyledi.
Hüzünlü güz, binbir hüzün oldu. Önce saçları tutuştu sarı güzün. Aldığım poğaçalar boğazıma durdu. Genç, sessizce ağlayıp uzaklaşırken güz de yok oldu.
Onur kırıcı, hoşgörüsüz insanların bir gencin ekmek parasına müdahalesi, kapitallerin dayattığı ahlak anlayışından başka bir şey değil.
O gözyaşı, insanlığımızın bilinmeyen lugazıdır.
İnsan onuru kırıldığı sürece mevsimler de yanacaktır.
İlk yorum yapan olun