Gesi Bağları

Gesi Bağları Türküsünün Hikâyesi

Özlemek ağır yük! Sevene, hele çok sevene zulüm!

Kadının birey olmadığı, sözünün geçmediği yaman zamanlar… Sevdiklerine özlem duyan bir kadının ağıdıdır “Gesi Bağları” türküsü. Gurbette tutunduğu kocasının da çalışmak için gurbete uçmasıyla bir Anadolu kadınının çırılçıplak avazıdır.

“Hey Allahtan korkmaz” diyerek hâlden bilmeze, insan olmayı öneren kadının ağıdı…

Özlem dağ olur, biner sırtına genç kadının. Evdekilerin yaşattığı cehennemi, kocasının, annesinin dağa dönüşen özlemini bir avuç yüreğiyle taşıyacaktır artık. Bir avuç yürek ve koca dağ…

İşte zulüm budur. İşte zorbalık budur.

Yapayalnız kalır gurbette Gesi’ye gelin gelen kadın. Hem kaynanası hem de kayınbabası zulmü yaşatırlar. Gelinin cehennemi başlamıştır artık. Kocasına sitemlerini, kuş kanadıyla haber salar. Salar da taştan ses çıkar, sevdiği adamdan ses çıkmaz. Kırılmak budur. Naçarlık budur işte.

“Gel otur yanıma hâllerimi söyleyim.” der. Der de ne gelen var ne de giden… Hâlden anlayan da bilen de yok. Yara budur işte.

Vaktizamanında kız çocukları, büyüdüğünde bir başka eve gelin gideceği için baba evinde yok hükmündedir. Ha var, ha yok! Kendi evinde besleme, gelin olacağı evde hizmete… Kadına, daha çocukken toplumun değer yargılarının biçtiği yazgı!

O kalem, o yazgıyı yazan kalem kırılaymış!

Gesi Bağları’na gelin gelen genç kadının özlemi büyür ha büyür. Dağ taşınır da özlem taşınmaz. Bir gün annesinin ölüm haberi gelir. Evden çıkmasına bile izin verilmeyen kadın yel olur, koşar köyüne doğru. Gesi Bağları’nda yıkılır kalır. Kolay değil o bağları aşmak, dağı sırtlayıp koşmak. Kolay değil.

Kadın, sözünün sadece türkülerde geçerli olduğunu, sadece türkülerde var olacağını anlayınca türküye sığınır. Gesi Bağları’nın o zümrüt yeşilliğinde ağıt yakar. Gesi Bağları cehennem olur. Yunus Emre’nin gençleri de yeşiller de yanmaya başlar.

Gelin, Gesi Bağları’na geldiğinden beri çevresinden, soluduğu an’dan görüp bildiği şeylerin anlamını hiç çıkaramaz. İçine kapanacak kadar rahatsızdır. Tam bir heterotopya örneği… Hele kocası da vefasız çıkınca…

“Bugün bana, yarın sana” düşüncesi acının, ölümün somutlanmış halidir. Yalın bir dize ama hâlden anlamayan uyarıdır. Türkünün tamamına yerleşmiş bir sehl-i mümteni sanatı.

Ahmet Hamdi Tanpınar “Beş Şehir” adlı denemesinde şöyle der:

“Konya hapishanesinin kadınlar kısmında yüzünü görmediğim fakat sesini çok iyi tanıdığım bir kadın vardı. Akşam saatlerinde onun türkü söylemesini âdeta beklerdim. Ve bilhassa isterdim ki “Gesi Bağları’nda bir top gülüm var” türküsünü söylesin… Bu acayip türkü hiç fark edilmeden yutulan bir avuç zehre benzer.”

Zehir, türkü, kadın… Birbirlerine ne de çok benziyor.

Amma velakin… Ha söyle de söyle!

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.