(Yazının Freud ile ilgili ilk bölümü için tıklayın.)
Kimi insanlar, bir şeyi birilerinin doğruları için yapmaz; kendi çıkarı için hiç yapmaz. Özümsediği, sindirdiği doğrular için yapar. Bilinci, vicdanla, merhametle dokunmuş insanlar, hak etmediğine el uzatmaz çünkü. Omurgalı olmak, dik durmak da denir buna günümüzde. Aşiyan’ın kâhini olmak, Tevfik Fikret olmak erdemin somutlanmış adıdır. Harama, yanlışa, kokuşmuşluğa, haksızlığa, zulme isyanın adı! Belki bu nedenle “Büyük insanlar melankoliktir.” Serol Teber’in tabiriyle.
İoanna Kuçuradi der ki: “Yanlış bilinmeden, yalan bilinerek yapılandır.” Tevfik Fikret’in yalanı yoktur ve Yaptığı iyiliği Halik’in de bilmesini istemez. Çıkarsızdır çünkü.
“Didik Didik Freud” ün ikinci bölümünde Tevfik Fikret’i anlatıyor Serol Teber. Şenol Ayla da ufuk açan, sohbeti derin kılan sorularla sohbete yine yön veriyor.
Tevfik Fikret, hak etmediğine el uzatmaz. Çalıştığı iş yerinde birkaç ay aylığını alamaz Tevfik Fikret. Zaten yapılacak iş de yoktur. Akşama dek boş boş bekler görevliler. Bu nedenle istifa eder. Daha sonra görevliler, birikmiş parasını getirirler. Büyük şair, ressam parayı kabul etmez: “Çalışmadım ki kabul edeyim.” der. “Bugün hangi babayiğit bu parayı geri çevirir?” sorusu gelmeli akla.
Yine Galatasaray Lisesinden ayrıldığında birikmiş parasını getiren görevlilere sorar: “Peki, arkadaşlarım paralarını aldı mı?” Görevliler almadıklarını söyleyince Fikret parayı yine elinin tersiyle iter: “Onlar alınca alırım.” der. Yine babayiğide soru olsun bu.
Serol Teber, sözcüklerin efendisi… Şiir gibi anlatıyor diyeceklerini. Tevfik Fikret ile Freud’ün benzerliklerini de dillendiriyor. Dehaların benzerliklerini…
Dehaların bir özelliğini gün yüzüne de çıkarıyor Teber: içlerine kaçmalarını, yalnızlıklarını, toplumdan uzaklaşıp sığınacak bir yer bulmalarını… Melankoliyi…
Bu nedenle Yeni Zelanda daha sonra Manisa’da arkadaşının çiftliğine yerleşme hayali doğar Fikret’te.
Bunlar gerçekleşmeyince Aşiyan’ına çekilir. Kapılar, perdeler kapalı yaşar evinde. Kolay kolay çıkmaz dışarıya. Tıpkı Freud gibi… O da Viyana’daki evinden zorunlu kalmadıkça çıkmıyor.
Serol Teber, karmaşık kavramları bile herkesin anlayacağı bir üslupla anlatıyor. Su gibi akıp gidiyor zaman. Masal okur gibi… Masalın sonunda gökten belki üç elma düşmüyor ama sorgulamaya başlıyorsunuz: değeri, haksızlığı, çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu, onuru… O üç elmanın paylaşımından vazgeçip gerçekleri görüyorsunuz. Dünyaya, insanlığa bakmayı ve bunları görmeyi… “Her şeyin geliştiği ama etik değerlerin gelişmediği” dünyayı görüyorsunuz.
Serol Teber, Fikret üzerinden “Nasıl insan olunur?” sorusunun izini sürüyor. “Birinden eksilen şeyin bir başkasının çıkarı olduğu” gerçeğinin adıdır artık Fikret.
Serol Teber, okuyucuyu kültür yolculuğuna çıkarıyor yine. Pozitivist felsefeyi başlatan bir değeri de tanıtıyor bu sırada. Yel değirmenleriyle dövüşen adamı, Beşir Fuat’ı. Bu değeri bilinmeyen yazardan övgüyle bahseder. Voltaire’i, Fransız ansiklopedistlerini, Aydınlanma Dönemi filozoflarını tanıtan adamı… Beşir Fuat, zamanına sığmayan adamdır. Yaşarken kimseye benzemeyen adam, ölürken de kimseye benzemiyor. İntiharı da öyle… Okuyanı derinden sarsan bir intihar… Okuyunca içi yanacak okuyucunun bu ceylan ağıdına.
Tevfik Fikret’in “Rubab-ı Şikeste” şiirinin “Kırık Saz” olarak yanlış çevrildiğinden de söz eder Teber, bağlama ile lir farkını vererek. Ardından lir’n mitolojik öyküsün değinir. Kültürden kültüre yol alıyor okuyucu.
Yalın bir dil, kuvvetli benzetmeler, şiirsel üslup; kitapta hemen göze çarpan özellikler. Serol Teber, “Bir ansiklopedist” diyesiniz geliyor.
“Sis” şiiri, katedral büyüklüğünde etki yapmış o dönem. Teber altını çizerek anlatıyor “Sis” teki büyünün etkisini. Kimliksiz, kişiliksiz olmanın çirkinliğini… “Sis”te, geleceği haber veren Laokoonik bir durum olduğunu vurgular.
Ahmet Hamdi Tanpınar, “Sis” şiiri için “Abdülhamit döneminin romanı.” dediğini okuyoruz.
Yahya Kemal Beyatlı’nın “Sis” şiire karşı yazdığı “Siste Söyleyiş” şiiri için eleştirmen Oğuz Demiralp’in eleştirisine de yer verir: “Yapmacık bir hüzün, bol bol hedonizm!”
Serol Teber ilginç anekdotlar veriyor: Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” adlı yapıtında “Bir arpalık kabul etmek ya da sağlamak için yere eğilip Mustafa Kemal’in potinlerini öpen tek kişi vardı. O da Yahya Kemal’di” yazdığını da öğreniyoruz. İlginç… Sanatçı ve eğilmek!
(Şunu da belirteyim: “Sis” bir şiir değildir, sadece manzumdur, manzum hikâyedir. Şiir farklıdır. En azından hikâye anlatmak değildir.)
Nazım Hikmet’in Fikret’in bir şiirini eleştirdiğini de anlatıyor Teber. Haksız olduğunu da belirtir. Okuyucu, bunu okuyunca anlayacaktır zaten.
Hüseyin Cahit ve Halide Edip Adıvar üzerine de bilgiler veriyor Teber, Fikret’i anlatırken. Fikret’in H.C. Yalçın’ı uyardığını, yazılarının nereye varacağını öngörerek yanlış yolda olduğunu da belirtir. Haklı da çıkar. H.E. Adıvarın’ın pişmanlığının sonucu çöllere neden düştüğünü de yazmış Teber.
Mazhar Osman’a sorar Fikret:
– Doktor, siz ruh sağlığıyla ilgileniyorsunuz. Benim ruh sağlığımın pek de iyi olmadığı söylenebilir. Sizin bana koyduğunuz bir teşhis var mı?
Mazhar Osman hemen atılır:
– Var, efendim: iffeti maraziye. (Hastalık boyutunda erdemlilik)
Mazhar Osman devam eder:
– Size de böyle bir hastalık yakışırdı.
Tevfik Fikret böyle bir insan…
Galatasaray Lisesi öğrencileri arasında en yüksek notları alan öğrencinin kim olduğunu ve bugüne dek da bu notların da egale edilmediğini yazmış Teber.
Okunması gereken bir kitap “Didik Didik Freud”. Soru da şu:
Fikret gibi kaç kişi tanıdınız?
İlk yorum yapan olun