Didik Didik Freud / Serol Teber

Serol Teber / Didik Didik Freud

Didik Didik Freud” daha önce 94.9 Açık Radyo’da sohbet havasına yayımlanmıştı. Hem Freud hem de Aşiyan’daki Kâhin… Kitap, Serol Teber’in ölümünden sonra 2021’de Can Sanat Yayınları A.Ş. tarafından basılmış. Elimdeki kitap 2022 yılı, 2. baskı…

“Didik Didik Freud”; itirazın, kuşkunun, farklı düşünmenin, farklı okumaların, başyapıtların Freud’un beyninde oluşturduklarıyla artık hem yeni, bağımsız bir bilimsel disiplinin kapısının aralandığı hem de bir yaşamöyküsünün anlatıldığı kitabın adıdır. Zihnin, insan davranışlarının evrenine bir yolculuk… Viyana’da zihin araştırmalarına, çalışmalarına, psikanalize bir yolculuk…Freud’un yaşamöyküsüne yolculuk…

Ayrıntılı, hiçbir özelliği unutulmadan anlatılıyor Freud. İnsanı şaşkına çeviriyor bu didiklenme. Bilim adamı ve gündelik yaşamın insanı Freud… Ayak tırnaklarını kesmediği için delik çoraplarla gezen Freud! Don Quijote’yi, Cervantes’in dilinden okumak için İspanyolca öğrenen entelektüel Freud! Buna karşın evinde oldukça otoriter ve müzikle de arası olmayan Freud!

Şenol Ayla, sorularıyla öyle güzel yön veriyor ki bu yaşamöyküsüne! Bir çırpıda okunacak ama bitmesini istemeyeceğiniz bir kitap… Bu kadar da ayrıntı olmaz, diyorsunuz. Serol Teber, Freud’un kırk yıllı dostu sanki. Okuyucu da bu kırk yıllık tanışıklığın nesnesidir artık.

Serol Teber, Freud’un şiirsel diline hayran kalırken kendine haksızlık etmiş. Kendi dili de duru, yalın, akıcı, açık… Kitap şiirsel bir şölen!

Kitabı okurken Serol Teberin engin entelektüel birikimiyle bir kültür yolculuğuna çıkıyor okuyucu. Fransız ansiklopedistlerinden farkı yok Serol Teber’in. Engin bilgisiyle çok şey öğretiyor satır aralarında. Şenol Ayla, yerinde sorularla bu yaşamöyküsüne yön vermiş ki konudan ne uzaklaşıyor Serol Teber ne de gereksiz bir şey anlatıyor.

Hele o ön söz… Şenol Ayla kitabın ön sözünde “Keşke bu yazıyı da birlikte yazabilseydik.” diye yazmış.” Derin özlemi, sızıyı hissetmemek olanaksız. Bir dostu yitirmenin verdiği derin hüzün kokuyor cümle.

Kitabı okurken Jung’un Führer’e destek verdiğini öğrenince içiniz yanıyor. Bilim adamı ve faşizm…

Yunan mitolojilerine yolculuğun, Goethe’nin, Shakespeare’in, Antik Grek filozofları ve trajedilerinin (Elektra- Oedipus), Dostoyevski’nin, Thomas Mann’ın, elbette Heine’nin, elbette “Musa” heykelindeki kusursuzluğun Freud’u çok şey kattığı çok belirgin. Serol Teber’in şiirsel üslubu ve anlattıkları, samimiyeti okuyucuyu hemen yakalıyor. Onlar hep konuşsaydı, diyordu bir radyo dinleyicisi. Kitabın okuru da “Keşke bu kitap bitmese.” diyecektir.

Mektup yazmayı çok seviyor Freud. Binlerce mektup yazmış. Bu mektuplarındaki dil de Serol Teber’in belirttiği gibi şiir tadında. Nobel alamıyor ama bu şiirsel tattan dolayı çok sevdiği bir şairin adına düzenlenen bir edebiyat ödülü alıyor: “Goethe Ödülü”.

“Musa” heykelinin neden boynuzlu yapıldığı ve neden İtalya’da bir adı sanı duyulmayan bir kilisenin izbe bir odasında saklandığını da anlatılıyor. Bu kitap, salt Freud’e değil, dünya kültürüne de bir yolculuktur.

Naziler Avusturya’ya girince tüm dünyanın bir olup Freud’u ve geniş ailesini Viyana’dan kaçırmaları ayrıntılarla anlatılmış. Üstelik ölümcül bir hastalıkla boğuşurken… Trajik olan da dört kız kardeşinin Viyana’da kalması ve Nazilerin kız kardeşleri “Siz Freud”un kardeşlerisiniz. Sizi ağırlayalım .” deyip banyoya sokmaları ve o banyonun bacasından dumanlarının çıkması… Soykırımcı faşizmin yüzünü bir kez daha görmek adına bile okunacak kitap…

Freud, artık İngiltere’dedir. Çektiği acıları unutup bitirdiği kitabının çok satmasını arkadaşına yazdığı mektupta anlatırken bir çocuk sevinciyle gülümsemesi insanı etkiliyor. Üstelik başına Nazi bombaları yağarken… Üstelik ölümcül hastalıkla boğuşurken…

Kitapta anlatım bozukluğu yok mu? Var. Noktalama yanlışlıkları yok mu? Var. Bunlara değinmeyeceğim. Devede kulak çünkü… Burak Kaya’nın dediği gibi “nazarlık niyetine” olsun bunlar da.

Kitapta şiirsellik var mı? Çok hem de… Kitabın üslubunda samimiyet var mı? Çok… Kitapta Freud var. Şiirsel üslup var her şeyden önce ve her şeyden önce Serol Teber var.

Serol Teber “Kristof Kolombvari bir serüvene başladık. Hindistan’a diye yola çıkıp Amerika’ya vardık.” diyor. Sonra ekliyor “ Hindistan’a varsaydık ilginç olmazdı ki!” Muhteşem bir entelektüel saptama!

Sanayi devrimi, insanları kontrol altında tutmak ister ve sanayi devriminde insanların idare edilmesi esastır. Freud de buna hizmet mi etmiştir? İdare edilmeyi zihinlere mi kazımıştır ya da insanları, sanayi devriminin kapitallerine işçi olarak fabrikalara mı yönlendirmiştir farkında olmadan?

Bu da bir soru olsun.

(Yazının Tevfik Fikret ile ilgili ikinci bölümü için tıklayın.)

1 Comment

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.