Yaşamı savaş alanına çevirenlerin oyununu göremeyen cahilin içindeki kaos; karanlık çağ canavarlarının, buza kesmiş kış gecelerinin canhıraş ulumalarından farklı değildir. Bu kaosun kozmosa yolculuğu olmaz. Evrimleşmeyen ve her çağda canavar kalandır cahil.
Olmadı, Hallacı Mansur’u kırk parçaya ayırır.
Cahil soru sormaz, sorgulamaz. Biat eder. Emperyal güçler de bunu, cehaleti, kendi çıkarı için kullanır.
Kapitalizm boşlukları doldurmayı sever çünkü. Biri de “Zalimlerin çarkı da cahillerin çalışmayan kafalarıyla döner” diyecek; başka bir bilge de “Cehalet, ayrıcalıklı sınıfın ustaca kullandığı bir silahtır.” diye saptamada bulunacaktır.
Hınç dediğimiz o ilkel, o kudurmuş duyguyla hareket eder cahil. Ürettiği ilkellik, hep kan içme üzerinedir. Duvarın dibinde onca beton yığınına inat açmış sapsarı bir çiçeği parçalayarak yürür.
Cahil, gelişmenin hızından çok korkar mesela. Gelişmede hep geride kalacağını çok iyi bildiği için de yeninin de düşmanı olur. Ayak uydurmadığı her şeye düşmandır.
Olmadı, Orta Çağ’ın teokrasisinde Galileo’ya düşman olur.
Kin ve nefret söylemlerinden oluşan kısır sözcükler çevresinde dönüp durur. Tam da bir “vocabulary” eksiliği…
Sorgulamaz cahil. Sorgulamadığı için de düşünmez ama çok konuşur. Az bilir ama her konuda(!) konuşur. F.Nietzsche de yerinde bir yorum yapar:
“Az bilen ve az düşünen çok konuşur.”
Cahil, sosyal medyayı kullanırken de salt birilerinin borusunu öttürür. Hiçbir şeye saygısı olmadığı için kendine de saygısı yoktur. En acısı da bu! İnsanın kendisine saygısının olmaması… Utanılası bir durum… Cahilde utanma da yoktur ayrıca. Bir yok olmadır bu! “Cehalet kayboluştur.” diyen haksız mı?
İnsanlaşmak; “birilerinin acısını duyarak”, merhameti öğrenerek, vicdanı besleyerek oluşur. Değerler eğitimiyle… “İnsan, doğduğunda değil; sonradan insanlaşır.” diyordu bilge.
Cahilin bir kemirgenden farkı yoktur. Güzel olan şeyi ama her şeyi kemirir. İçinin arsızlığını temizliyormuşçasına, kirinden arınıyormuşçasına kemirir. Her yeteneğin düşmanıdır o.
Olmadı Bruno’yu kitaplarıyla yakar.
Zalimdir cahil. Çiçekli kiraz dalını kırar, yeşili ateşe verir, cenneti yakar. E.Goblot, “Cahil, sulak alanda bile susuzdur.” der. Ne büyük açlık, tahammülsüzlük!
Olmadı Nesimi’nin derisini yüzer.
Kalabalıkta tartışmak, fark edilmek statüdür onun için, bir var oluştur. Öz güvensizliğinden dolayı konuşurken gözleri kalabalığı tarar. Bakışların üzerinde olması nedeniyle hayranlık uyandırdığını sanacak kadar da hebennekadır. Eleştiriye tahammülü olmadığı için de asla ve kata devinim içinde değildir. Evrensel gelişmenin uğramadığı tek varlıktır cahil. Felsefenin, mantığın olmadığı boşluk…
Olmadı, bir Tatar savaşçısı gibi önüne çıkan her şeyi kesip biçer.
Gülün, bülbülün düşmanıdır da. Onun yaşadığı coğrafyada estetik de sanat da olmaz. İnceliği, güzelliği kırandır çünkü o. Bir usta yazarımızın öyküsünde geçiyordu. Bir kazıda bulduğu mozaikleri ne yapacağını bilemeyen adam, onları tuvalet kuyusuna döşer. Karısı “O güzelim mozaiklere ne yaptın sen?” deyince de “O kadar da cahil değilim herhalde, mozaiklerin olduğu tarafı, tuvalet kuyusunun duvarına yapıştırdım.” diyecektir. Tam da “ört ki ölem” durumu!
Her şeyi ama her şeyi bilirmiş(!) cahil. Bilmediği olmazmış(!) Einstein da dalgasını geçer tabii:
“Cahillik ne güzel, her şeyi biliyorsun!”
Cahil, yarım yamalak bildikleriyle bile bütünü değerlendirir, yanlışın savunucusu olur. B.Russell da
“Ne kadar az biliyorsanız onu o kadar savunursunuz.” diyecektir elbette.
Kendi çıkarından başka kimseyi düşünmediği için de ahlaksızdır cahil. Halk arasında amiyane bir söylem vardır, cahille tartışılmaması gerektiğini vurgular. Ama öyle böyle değil! Elbette onu yazmayacağım.
Goethe şunu der: “Cahiller tartışırken bilgeler bile cehalete kapılır.”
Arap’ın dediği gibi: Kellim kellim layenfa!
İlk yorum yapan olun