Enis Batur, bir mülakatta “İşkenceye mola verilmişse işkencecimle kitap konuşabilirim.” diyor. Cumhuriyet Kitap’ta. Böyle bir fanteziyi kurmak, kitap sevgisini de aşan, farklı olmak, ilgiyi üzerine çekmek adına söylenmiş bir zırvadan başka bir şey değil.
İşkence görenin değil, ilkin işkencecinin onuru kırılır, der İoanna Kuçuradi. Onurunu yitirmiş biriyle neyi, konuşur neyi tartışırsınız? Hem de insandan daha büyük değer yoktur düşüncesini aşılayan kitaptan konuşacaksınız! Kitap okuyan biri işkenceci olamaz. Kitaplar, işkencenin insanlık suçu olduğunu söyler çünkü. Dostoyevski’de vicdanı, Yaşar Kemal’de haksızlığa boyun eğmemeyi mi konuşacaksınız? Kant’ta aydınlanma düşüncesini mi? Tolstoy’da aşkı mı? Bu fikir de ilkin işkenceciyle kitap konuşmak isteyen tutuklunun onurunu kırar.
İşkenceciyle, işkenceye verilen molada kitap tartışmak… Fantezinin de böylesi de varmış demek. Bir adım ötesi de Stockholm sendromu… İşkencede ruhu yaralanmayan, işkencecisine âşık olur.
Vicdanı olan işkence yapmaz, cellat olmaz. O cellat, o işkenceci, kitap okusaydı zaten ne işkenceci olurdu ne de cellat… Kiriyle yaşayan biriyle konuşarak hem kendi onurunu hem de kitabı kirleteceğini düşünemiyor mu Enis Batur? “Kirli camdan bakan, her şeyi kirli görür.” der Kafka.
Mola verildiğinde işkenceciyle kitap konuşabilirmiş. Kirliyle, murdarla… Olmaz ki bu kadar da fantezist olunmaz ki…
Saçmalamak ya da Arapçası zırvalamak… Anlamsız, tutarsız sözler söylemek… İnsanın, insani değerler üreterek farklılaşması iyidir ama salt farklı olayım diye konuşursanız saçmalamış olur, fantezist olarak kalırsınız. Ha yine faklı olursunuz ama bu farklılık, zırvalama farklılığıdır. Başka bir şey değil.
İşkenceci:
– Şu işkenceye mola verelim de kitap konuşalım. Hayalarını, moladan sonra sıkarım.
İşkenceye uğrayan:
– Teşekkür ederim, kitap konuşalım.
İşkence, bir insanlık suçudur her şeyden önce. İşkence, işkenceci ve cellat… Bu üç kavram da evrensel ahlak yasasının çok uzağında… Evrensel ahlak yasası der ki:
– Öldürmeyeceksin.
İşkence suçtur, salt bedeni değil; ruhu da karartan, onuru yok eden bir suç…
Gülten Akın, Enis Batur’un fantezisini okumuş olsaydı ilkin işkenceciye sorardı:
“sonra o ellerle nasıl
okşadın kızını
nasıl şiir yazdın”
Ya sen Enis Batur, senin onurunu yok eden birinin diline nasıl dil vereceksin? Kirle hangi dilde konuşacaksın? O kiri, ummanların tuzlu suları temizlemezken, kirin murdar kokusunu hiçbir bahar kokusu bastıramazken sen, işkenceciyle kitap konuşmayı nasıl düşünürsün?
Sonra sana seslenecekti Gülten Akın:
“Kendi işemiği içirilmiş
Baldıran yerine.”
Sen bu halde kitaptan neyi konuşacaksın? Onuru iki paralık etmek, bu kadar kolay mı dese Gülten Akın, sen Enis Batur, oğlunun ya da kızının yüzüne nasıl bakacaktın? Gülten Akın’ın işkenceyi lanetleyen şiirlerini okurken yüzün kızarmayacak mıydı? İşkenceye mola verildiğinde işkenceciyle kitap konuşuluyorsa kitap da kirlenir, konuşanlar da kirlenir. Sen bunu bilmez misin?
Yaralısın-Erdal Öz, Şafak-Sevgi Soysal, Dar Zamanlar (Üçleme)-Adalet Ağaoğlu, Büyük Gözaltı-Çetin Altan.
İşkencecinle bu romanları tartışmayı düşünür müsün? İşkence kötüdür diye ortak karar alındıktan sonra işkencecin işkenceye son mu verecek? Kiri, kirle yumazlar Enis Batur, kirin yanında pak da kirlenir.
“Demokratik bir hukuk devletinde, delil elde etmek için insan hakları ihlallerini meşrulaştırıcı ve hukuka aykırı davranmanın bir mazereti olamaz”. Velev ki bu bir ortak kitap olsun. İşkencecinin, celladın sosyolojik gelişimini incelemek ayrı, cellatla “ortak kitap bulma” fantezisi ayrı.
Sen bu hatayı neden yaptın? Şener Şen’in dediği gibi “Yaptım ama niye yaptım bir sor hele:” desen de kimse sana sormaz.
Fantezilerde bile olsa işkence masum gösterilemez.
Amma velakin… Ezcümle ha söyle de söyle!