Bilmem Şu Feleğin Bende Nesi Var

Bilmem Şu Feleğin Bende Nesi Var

Doğulu toplumlar, yaşadığı ya da tanık olduğu olaylardaki yenilginin nedenini sorgulamak yerine, gerçeği göz ardı ederek feleği suçlar. Böylece hem günah işlememiş olacak hem de suçlu başkası olacaktır. Bu tür bir anlamlandırma ruhu rahatlatır ama hayatı asla kolaylaştırmaz. Gerçekten kaçarken cefayı kendi çekecek, sefayı görmek istemediği sürecektir.

Bilmem şu feleğin bende nesi var
Her gittiği yerde yar ister benden
Sanki benim mor sümbüllü bağım var
Zemheri ayında canım gül ister benden

İşler rast gitmeye görsün… Shakespeare’in de dediği gibi “Acı geldi mi tek tek değil, cümbür cemaat gelir.” zaten. Artık, yalnızlığın, çaresizliğin insanı utandıran murdar, çirkin ağırlığı başlar. Kaldırabilene de taşıyabilene de aşk olsun! Yük taşınamaz olunca o yaman an, feleğe sitem etme anı da kendiliğinden var olur.

Genç adam, kimi sevse sevdiği çekip gider; kime can dese o can uçar gider. Tutunduğu dallar elinde kalınca her sevdiğini elinden alan, kimi sevse araya girene, feleğe kahra başlar.

Genç adam, feleği anlamlandırmaz olmuştur artık. Her zorluk kendi omzunda, her ayrılık kendi yüreğindedir. Zemheri de kendinden gül isteyen zalim mi zalim, güçlü mü güçlü bir felek vardır karşısında. Sanki mor sümbüllü bağları vardır da felek, kendinden gül ister? Hem de zemheri ayında… Bunu anlamaz işte. Ya bunca çaresizliğin, şansızlığın yanında bir de sevgilinin nazına ne demeli? Bari ondan yüzü güleydi? Felek de sevgili de aynı…

Genç adam bilmez mi, sevdiğinin gönlüne göre olmadığını? Bilir. O istemez mi gönlüne göre bir sevgisinin olmasını? İster. Bilir de ister de olmayınca olmuyor işte. O sever sevdirmezler, o ister vermezler. İnsan canından bıkar mı? Bıkar.

Yoruldum da yol üstüne oturdum
Güzeller başıma toplansın deyi
Gittim padişahtan ferman getirdim
Herkes sevdiğine canım kavuşsun deyi

Yorgundur ozan. Yol kenarında bir taşa oturup uzaklara dalıp düşler kurar. Bu düş, var olan yalnızlığına olmadığı kadar güzel gelir. İçlerinde sevgilisinin de olduğu tüm güzeller başına üşüşmüştür. Sevgili yanındadır işte. Bir insan daha ne ister ki? Âşık gidip padişahtan ferman da getirir. Artık herkes, sevdiğine kavuşacaktır. Artık, ferman padişahın, gönül ozanındır. Bundan böyle felek de karışamayacak, onu yardan ayıramayacaktır. Çünkü padişahın fermanı vardır elinde. Düş bu… Neden olmasın ki?

Düşler güzeldir, hoştur ama boştur. Yaşamsa gerçek, keskin, acımasız… Düş de bir yere kadar. Herakletios’un dediği doğrudur: Yaşam akar.

Evlerinin önü zeytin ağacı
Dökülmüş yaprağı kalmış siyeci
Eğer senin gönlün bende yok ise
Sen bana kardeş de ben sana bacı

Sevgili, önünde zeytin ağaçları olan bir evde yaşamaktadır. Zeytin ağaçlarının yaprakları, meyveleri dökülmüş, siyeç kalmıştır. Oysa zeytin ağacı yaprak dökmez, yaz kış yeşildir. Zeytin ağacı da umutlarına mı benzemektedir ne? Umut kurur mu? Ah, her şey ama her şey kendine düşman… Hele şu felek, hele şu felek… Umut da kurur işte. Ozan birden, sevdiğine tehdit gibi bir şey söyler;

– Eğer gönlün bende yok ise
Sen bana kardeş de ben sana bacı.

Ya herrü ya merrü… Ya evet ya da hayır deme vakti… Kararlıdır artık aşık. Felekten de sevdiğinin nazından da bıkmış, usanmıştır. Yeteri biliyorsan “yeter artık” deme zamanı… Mumun etrafında pervane olmama kararı… Dön babam dön. Nereye kadar? Sevgili, gelmeyecekse kendine bacıdır artık, kendi de ona kardeş… Bu kadar!

“Bilmem şu feleğin bende nesi var?” diyorsun genç adam, soru soruyorsun. Sorgulamak güzel… Ama oyalandığını ve feleğin oyuncağı olduğunu duyumsadığın yerden sorular sormalısın. Onuru yoklamalısın mesela, en çok da onu… İnsan onuru varsa yaşar; onur yoksa o hayat çekilmez. Hiçbir işi rast gitmeyen, her mutluluğu elinden alınan olmaktan, oyuncak olmaktan bıktıysan daha çok sormalısın.

Bu feleğe de sevgiliye ilk sorudur. Ama yanlış sorudur genç adam. Yanlış soru, yanlış yanıt verir, “Sorgulanmayan hayat, yaşamaya değmez.” der Sokrates. Senin soruların olmalı genç adam, senin doğru soruların olmalı.

Sen böcek değilsin. Sen Gregor Samsa değilsin genç adam. Schiller: “Böcek olmayı kabullenenler, ezilince şikâyet etmemelidir.” der. Böcekleşirsen ezilmeyi de oyuncak olmayı da kabullenirsin. Seni bu topraklara ve tüm değerlerine yabancılaştıran nedenleri düşün. Her yanlışı, doğruymuş gibi gözünün içine sokanları gör. İnsan, böcek olmaktan ancak doğrunun yanlışa dönüştürülmesini fark ederek kurtulabilir; feleği suçlayarak değil. “Bilmem şu feleğin bende nesi var?” sorusu, ancak böyle anlamlı olabilir. Sen şimdi soruyorsun ama yanıtın yok. Birileri seninle oynuyor genç adam. Seninle oynuyor birileri.

Bir can ki yaşamaktan usanabilir, yorulabilir. Bir can ki yaşam burnundan gelebilir. Ama bir can ki onuruna sahip çıkar, o can yaşar, o can ayağa kalkar.

Senin aşkın da adalete benziyor. Haklı olunan konuda geç gelen adalet, nasıl ki adalet değilse seni mındır mındır oynatan şey de aşk değildir. Genç adam, “Sen bana kardeş de, ben sana bacı…” demekte haklısın.

Sen, Samsa değilsin genç adam, böcek hiç değilsin. Senin genç adam, senin soruların olmalı, senin doğru soruların olmalı çünkü sen insansın.

Amme velakin… Ezcümle ha söyle de söyle!

1 Comment

Yorumlar kapatıldı.