Ardıçtandır Kuyuların Kovası

Ardıçtandır Kuyuların Kovası

Ardıç ağacını gördünüz mü hiç Her mevsim yeşil kalan, kayalıklarda dahi yetişen, özen istemeyen bir ağaç… Eskiden Anadolu’da evlerin ortasına dikilirdi. Dayanıklı, kurusa bile kolay kolay çürümeyen bir ağaç çünkü. Kuşların da dostu… Öyle sıktır ki iğne yaprakları, bakılınca karşıyı göstermez. Kışın en soğuk günlerinde, o karda kışta kuşların sığınağı olur. Kuşu yel de kapmaz soğuk da kurt da…

Ardıç ağacı candır ki…

Ardıç yalnız bir ağaçtır. Biri bir yerde diğeri başka yerde… Uzaktan bakar dururlar birbirlerine. Ardıca nasip değildir kavuşmak… Sevdalılar gibi…

Ama ardıç vefalıdır ki…

Kokusu ya? Ya kokusu? Ardıç ağacından yapılmış kovadan su içmek keyiftir, mest eder insanı. Suyun lezzetine lezzet katar ardıç. Bilen bilir, bilmeyen “Suyun kokusu mu olur?” der.

“Ardıçtandır kuyuların kovası,
Suya goyvermiyor kızın gavur anası.”

Ardıç kovalı kuyuya her gün, her sabah giden kız, kuyu başına gelmez olur. Dert, yaman bir dert… İnsan sevdiğiyle gürler, coşar, yaşama ortak olur. Delikanlı şimdi yapayalnızdır, elini nereye atsa boşluk… Elini, attığı yerden çekince avucu bomboştur. Kovaları ardıçtan olan kuyuya gelmeyince sevdiği, hayat zindan olur. Kızın acımasız annesi, buluştuklarını duymuştur. Gavur ana, zalim ana kıza izin vermez artık.

“Ne ettim de aldandım aman
Allah’ından bulası
Dolandım dağları kar bulamadım
Kendime münasip yâr bulamadım
Uzun olur kuyuların zinciri”

Genç, sevdiğini göremeyince haline bakar, yakınır. Yiğitliğine bakar, yıkılır. Yiğittir, hem de öyle böyle değil ama kendine münasip eşi yoktur artık. Bulduğu kızı da gavur anası, zalim annesi kuyuya göndermez ki konuşsunlar, sevişsinler.

Bakar, herkesin bir eşi vardır. Gökte uçan kuşun bile. Bir tek kendi yalnız, bir tek kendi tek, bir tek kendi bir, bir tek kendi yek… Dağların karını yese içindeki ateş sönmeyecektir. Dağların karını içine atsalar kar da yanacaktır içinde. Dolanır da dağlarda kar bulmaz. Dolanır sevdiğini göremez.

“Gıymatl’olur aşalının amman da inciri
Salıverin del’oğlandan zinciri”

Aşağı mahallenin (aşalı) inciri kıymetli olurmuş. Bu dize doldurma, sonraki dizeye hazırlık evresi… Gencin söylemek istediği sonraki dizedir. Genç adam, öyle hapsolmuş, öyle kapana sıkılmış, öyle zincire vurulmuş hisseder ki kendini, kaçmak ister. Bu deli oğlanın zincirlerini çözün, bu deli oğlan çeksin gitsin buralardan, dercesine haykırır. Deli oğlan yanmaktadır. Deli oğlanın yüreği zemheride cehennemdir. Bu yerler ona haramdır artık. O kar aramaya, dağ dolanmaya gidecektir. Ateşini söndürmeyen karları bulmaya…

Türkü, yiğitçe bir eda ile yakılmış tam bir zeybek havası… Genç adam da tam bir yiğit… Yiğitler, aşık olur ama zorbalığı sevmez. “Allah’ından bulası!” der en fazla, sonra çekip gider. Taşıyabileceği yükü sırtlar, gider. Ne kadar mıdır yükü? Her yiğidin sevdasının ağırlığı kadar… Sevdanın ağırlığı ne kadarsa o kadar…

Isparta’nın dağ köylerindeki kuyular var mı hâlâ? Kovalar, ardıç kokar mı yine, bilmiyorum. Kovaların suları ardıç kokulumudur hâlâ, bunu da bilmiyorum. Efeye tavırlı, her kızı beğenmeyen gence sormak gerek… Kuyu başında ardıç kovadan su içen genç, de hele:

– Isparta dağlarında, ardıçlar yine yapayalnız mı büyür? Isparta köylerinde kuyuların kovaları ardıçtan mıdır hâlâ? Peki, kuyuların suyu ardıç mı kokar hâlâ? De, yüreği münasip yâr bulamayan genç adam, de hele. Tadı kaldı mı eskinin? Tadı tuzu kaldı mı bir şeylerin?

Çoğu zaman kimse münasip yâr bulamaz genç adam. Baş yastığı kendine eş değil, derler çoğu insanın. Birinin baş yastığı kendine eş değilse genç adam vah ona vahlar ona!

Böyle sevda genç adam, böyle sevda can değildir ki!

Amma velakin… Ezcümle ha söyle de söyle!