
Abdurrahim Karakoç, bağlama kullanmadan halk edebiyatı geleneğini sürdüren, 2012 yılında yitirdiğimiz bir âşık. “Mihriban” şiiri, Musa Eroğlu tarafından bestelenince çok sevildi. Halk edebiyatında aşkı en güzel anlatan şiirlerden biri sayıldı.
Sarı saçlarına deli gönlüme
Bağlamışım çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Âşık, çok sever Mihriban’ı. Öyle ki yüreğine işleyen bu aşkı söküp atması olanaksızdır. Aşk, artık, Mihriban’ın sarı saçlarıyla çözülmeyecek biçimde Karakoç’un gönlüne bağlanmış ve bir daha da çözülmeyecektir. Olanaksızlık aşkı derinleştirir.
Karakoç, tesadüfen gördüğü Mihriban’ı çok sever. “Mihriban kimdi?” diye sorulduğunda “Ne saçları sarıydı ne de Adı Mihriban’dı.” diyecektir. Onun kim olduğunu ve adını açıklamak, en son düşüneceği şey bile değil Karakoç’un. Adı duyulur da ellerin ağzına sakız olur korkusu, aynı zamanda şairinin kendi değerler bütünü içinde karakterini ortaya koyar.
Bu şiir, aynı zamanda bir karakterin anatomisini gözler önüne serer.
Halk edebiyatında “ayrılık” ölümden daha çok acı verir. Karakoç, sevgilisine, “Ölüm, ayrılıktan daha zor değildir.” der. Sevgiliyi görmedikten sonra ha ayrılık ha ölüm! Fark sezilmiyor.
Yâr deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban
Şiirin “mısraı berceste”si “Lambada titreyen alev üşüyor/ Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban.” dizeleri. Divan edebiyatında en güzel beyitlere “şah beyit”, “beytü’l gazel”, beytü’l kasid” dendiği gibi… Dizelerdeki mecazlarda anlam derinliği büyüleyici…
Âşıkta avaz, lambada alev… Âşık da lamba da tedirgindir. Avaz, âşığı yakarken aşkın harı da alevi etkiler. Alev, kendinden daha yakıcı olan aşk karşısında titrer; üşür. Lambanın alevini üşütecek denli büyük aşktır bu aşk. Hardan büyük har, gamdan büyük gam vardır. Pir alev, aşk alevine boyun eğer.
Sonra bazı şeylerin anlatımı kelamla olmaz. Hele aşkın anlatımı hiç… Boğulurken, dağlanırken aşkı anlatmak ne mümkün! Aşk anlatılmıyor işte kimileyin. Kalem yazamayan, kâğıt bomboş kalan… Kifayetsiz kalınan var, kalınmayan var. Karakoç, aşkın alevi üşütmesini, kâğıda yazılmayacağını belirtirken aslında “şah beyit” yaratmış. Çaresizlik, başka bir derinlikte anlatılır mı ki?
Karakoç, Mihriban’ı istetir ama aile, bu evliliği istemez. Karakoç, bir daha açılmamak üzere konuyu kapatır. Mihriban, Karakoç’a mektuplar gönderir. “Elkızının evine mektup gitmez.” diyen âşık, yerel bir gazeteye aşk şiirleri yazar. Mektupların karşılığıdır bu şiirler.
Aşkın harı, alevden büyüktür. Lambadaki alev üşümesin de ne yapsın? Kalemi elden düşürür bu har.
Gaz lambaları tükenmişken, kalemin yerini tuşlar almışken bir daha böylesi saf aşka rastlanır mı?
Yaşadığı aşkı “havale etmek” yerine Mihriban yaralanmasın diye yarayı da üstlenip anılarına gömen, inşa ettiği ve çok iyi tanıdığı benliğinde saklayan adamlar da gitti.
“Ölüler toprağa gömülür, hatıralar yüreğe …” (Abdurrahim Karakoç)

Yahya Numan’ın türkü yorumları alışkanlık yapıyor. Hem türkünün hikayesini hem de ezginin duygusunu birlikte yaşıyorsun.