Türkünün yalın, içten sözleri var. İlk iki dizesi doldurma… Asıl anlam bentlerde… Kavuştak ya da bağlamalar çok etkili… Sevdiği, elinden alınan Mehmet’in hüznü var türküde.
Mehmet; Dinar’ın Dikici köyünden uzun, babayiğit bir gençtir. Tüm kızlar ona, o Fadime’ye sevdalı. Gel gör ki Fadime’yi başkasına verirler, düğün hazırlıkları başlar.
Türkü de bu aşamada yakılır. Bu aşamada içli, hüzünlü mırıldanmalar başlar. Bu aşamada lokmalar bir haram gibi boğazda durur, yutulmaz olur. Bu aşamada Mehmet, bir hiç olmanın yalnızlığında somut bir şeyle, türküyle avunur. Acı da olsa bir türküsü vardır şimdi. Bu da çok şeydir.
Uzun, babayiğit, kızların sevdalandığı Mehmet böyle yıkılmazdı. Başına kar yağmazdı yaz günü. Sıcaktan kavrulan bozkırlar gibi inlemezdi. İnlemezdi de sermayesi yokluktur. Yiğidi iki kat yapan da bu: parasızlık! Özünde Mehmet’i odalara sığdırmayan, lokmaları yutturmayan şey, yoksulluk!
Mehmet’in belini büken şeylerden biri de pencereden gördüğü kınalı eldir, kucaklayamayacağı tomurcuk gülüdür. Mehmet’in, tomurcuk gülleri nasıl açacak bundan sonra? El attığında tomurcuklar uyanır mı bir daha? İnsanı yıkarsa bunlar, bir de yoksulluk yıkar. Başka hiçbir şey… Gülün goncayken yanmasıdır bu…
Haydar Ergülen, “Kırılmaz mı acıdan bir sap menekşenin boynu?” der.
Kırılır. Hele yiğit bir gencin boynu… Hele muradını alamayan gencin kırılması, dağların çatırdayıp ikiye ayrılmasına benzer. Bu çatırdamayı koca Ağrı duyar, Van Gölü’ne sevdalı Süphan Dağı duyar, garip Hasan Dağı duyar da insanoğlu duymaz.
Gam dediğin bir avuç ağı… “Duvarı nem, yiğidi gam öldürür.” hesabı. Oysa her ağı, başka seçeneklerin de habercisidir. Acılarla edinilen her oluşum, bambaşka bir bilincin, yeni bir dünyanın kapılarını aralar. Mehmet, hiçlikten, içine düştüğü ve içinde oluşan o büyük boşluktan, üreteceği seçeneklerle kurtulabilir ancak.
Mehmet, bunu yapmadığı sürece diyonizyak bir ruhla Fadime’nin müridi olarak gezip duracaktır. Mehmet, bir bilge ne der, duy:
“Kişi kendine en uzak olandır.” (Nietzsche)
İlk yorum yapan olun