Kazkafanın Kitabı / Yiyun Li

Kazkafanın Kitabı

1 Şubat 2024’te İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan Yiyun Li’nin son romanı Kazkafanın Kitabı, Nuray Önoğlu tarafından Türkçeye çevrilmiş.

Kitabın tanıtımını okuduğumda Çağdaş Dünya Edebiyatı Dizisi için son derece iyi bir seçim olduğunu düşündüm. Yiyun Li’nin romanı 2023’te PEN/Faulkner Ödülü‘nü kazanmış ve kitabın arka kapağında da Salman Rushdie’ye ait kısa bir cümle var: “En büyük romancılarımızdan biri.”

Sanırım Salman Rushdie’nin bu saptaması biraz eski, yani bu romana ilişkin değil. Ne olursa olsun, eğer bir kitap İş Bankası Yayınları, Salman Rushdie ve PEN/Faulkner ödülüyle birlikte anılıyorsa o kitap genellikle sizi pek yanıltmaz.

311 sayfalık romanın yazarı Yiyun Li hakkında da biraz bilgi vermek istiyorum. 1972 yılında Çin’in Pekin şehrinde doğan Li, öğretmen bir anne ile nükleer fizikçi bir babanın kızı. Yiyun Li ile ablası, çocukluk ve ilk gençlik dönemlerinde despot bir annenin zorbalığına maruz kalmışlar. Annesi tarafından gördüğü baskı ve aşağılama Li’nin yaşamını karartmış. Kazkafanın kitabında karşımıza çıkan acımasız öğretmen, Bayan Townsend, namı diğer Kazumi’de yazarın annesinden izler olabileceğini düşünüyor insan. Yiyun Li ilk kez gençlik döneminde Çin’de intihara teşebbüs ediyor. 2000 yılında ABD’ye göçen Yiyun Li, burada iki çocuk sahibi oluyor. Li’nin daha sonraki başarısız iki intihar denemesi ise 2012 yılında ABD’deyken girdiği bir bunalımın ardından gerçekleşmiş. Yazarın diğer romanlarına da sinmiş bir intihar gölgesi olduğunu roman eleştirilerinden ve kitaplarla ilgili mülakatlardan anlayabiliyoruz. Ancak yazar 2012 yılı sonrasında girdiği bunalımı geride bırakıp iki çocuklu, mutlu bir evliliğe sahip, başarılı bir yazar olarak çıkıyor karşımıza. Li, 2017 yılından beri Princeton Üniversitesi‘nde yaratıcı yazarlık dersi veriyor.

Şimdi romana geçelim. Agnês ve Fabienne İkinci Dünya Savaşı sonrası Fransa’da yaşayan iki köylü kızı. Bu iki sıkı arkadaştan Fabienne çobanlık yapıyor, Agnês ise okula gidiyor. Bir gün Fabienne, Agnês’e birlikte bir roman yazabileceklerini söylüyor. Plana göre çoban Fabienne anlatacak, okullu Agnês ise anlatılanı kaleme alacak ancak kitap yalnızca Agnês’in adıyla yayımlanacaktır. Köyün postane müdürü Bay Devaux ise bu kitabı yayımlatmak konusunda onlara yardımcı olacaktır.

Biraz da Yeşilçam Filmleri kıvamında bir yükselişle bu ikilinin yazdığı -daha doğrusu Fabienne’in yazıp Agnês’in kaleme aldığı- kitap yayımlanarak iyi bir satışa ulaşıyor. Agnês’in yıldızı parlıyor ve Agnês İngiltere’de Bayan Townsend’in yöneticiliğini yaptığı özel eğitim veren bir okula burslu olarak kabul ediliyor. Bu okul, eğitimin yanı sıra görgü kurallarını da belletmeye yönelik bir zenginler okulu. Bayan Townsend’in Agnês’i yontma ve parlatma çabaları ikilinin arasında bir çatışmaya neden oluyor ve bu çatışma romanın sonuna dek derinleşerek büyüyor.

Romanın masal anlatır gibi bir tonu olmasına karşın sayfaları çevirirken kendimizi nedensiz bir karanlık içinde buluyoruz. Bay Devaux, bir hikâyeyi okuduktan sonra “Bütün hikâyeleriniz ölü bebekler hakkında mı?” diye soruyor. Fabienne, hikâyelerin ölü bebekler hakkında olmasa da en azından ölü çocuklarla ilgili olduğunu söylüyor. İkili, yeni yıla sekiz hikâyeyi bitirmiş olarak giriyor: Sekiz ölü çocuk ve bir dizi ölü hayvan. “Hikayelerinizde ne çok insan öldürüyorsunuz.” diye yakınıyor Bay Devaux.

Aynı Bay Devaux hikâyeleri son kez gözden geçirdikten sonra kitabın adını “Les Enfants Heureux” koyuyor: Mutlu Çocuklar. Ölü çocukların nasıl olup da mutlu çocuklar olduğu ile ilgili bir açıklamayı kitaba ekleyen de yine Bay Devaux.

Biz kitapta Yiyun Li’nin belki de kendi yaşamının çerçevesini çizen acıları görmüyoruz. Kitaba sinen karanlığın nedenini bilmiyoruz. Sıkışmış ruh halleri, depresyona sürüklenen insanlar, karakter tahlilleri hatta zor hayatlar bile yok kitapta. Sadece savaş sonrasının Fransa’sı ve ölü çocukların hikâyeleri var elimizde. Böyle olunca da ölen çocuklar ne yazık ki birer “süs” gibi duruyor romanda.

Yazarın yaşamını romanla ilişkilendirmek çok acımasızca olur ancak yazar yaşadığı acıları edebiyata konu ettiği için sanırım bu konuda fazla detaya girmeden bir şeyler yazılabilir. Yazarın 2017 yılında büyük oğlu intihar ediyor. Tarif edilemeyecek kadar büyük bir acı olsa gerek. Yazar daha sonra “Where Reasons End” adlı kitabında intihar eden oğluyla kurduğu hayali diyalogları konu eden yeni bir kitap yazıyor. Bu da bir yazar için anlaşılabilir bir ‘acıyla başa çıkma yöntemi’ olsa gerek. Kazkafanın Kitabı’nı okurken yeni bir haber gözüme ilişiyor. Yazarın ikinci oğlu da ne yazık ki kitabın Türkçesi yayımlandıktan kısa bir süre sonra 2024 Şubat ayı içinde intihar etmiş. Burada kimseyi yargılamadan aklımdaki soruları sormak zorundayım: Yazar, çocukların ölümü ve ölen çocukların mutluluğu üzerine karanlık hikâyeler yazacak, bu arada yazarın çocukları kendini öldürecek, PEN/Faulkner bu kitaplara ödül verecek, biz de hem okuyup hem alkışlayacak mıyız mesela bu kitapları? Bu mu bizim edebiyattan beklediğimiz? Ölen çocukların mutlu kalacaklarını anlatan satırların altını çizip birbirimize mi göndereceğiz? Yarın birisi çocuğunun mutluluğu için onu öldürdüğünü söylerse ona ne yanıt vereceğiz peki?

Bu konuyu burada bırakıp kitaba dönelim. “Kitapta bolca ölüm var ama ne yok?” diye sorarsanız kitapta anneler yok diyebilirim. Annelik, Yiyun Li’nin yazmak bile istemediği bir şey olmalı. Kazkafanın Kitabı’nda yazarın annelere bakışı böyle bir his uyandırıyor insanda. Anneler ya iki cümleyle geçiştiriliyor ya da çocuklarını doğururken ölüveriyorlar. Anne karakterinin yerini ise çok daha ayrıntılandırılmış, despot, zorba, acımasız Bayan Townsend dolduruyor. Bayan Townsend, Agnês’in geleceğini çizmek gibi bir hakkı kendisinde görüyor. Agnês’in mektuplarını açıp okuyor, günlüğünü inceliyor, sonra da neler yapması ve neler yapmaması gerektiğini buyuruyor. Burada Yiyun Li, Bayan Townsend karakteri üzerinden yazarlık editörlük ilişkisini de irdeliyor ve yazarın özgürlüğünü baskı altına alan bir editör modeli çiziyor. Agnês ise nafile bir çabayla kendi yazmadığı bir kitabın yazarı olarak, olmayan yazarlık becerisini kabul ettirmeye çalışıyor okulda.

Kazkafanın Kitabı‘nda yer alan diyaloglar bazen inandırıcılıktan uzak bir havada. Özellikle Bayan Townsend, neredeyse yapay bir zorbalığa bürünüyor bu diyaloglarda. İnsan şu Bayan Townsend benim karşıma çıksa da iki çift laf etsem demekten kendini alamıyor. Neyse ki kitabın sonunda Agnês’in Townsend’i yarı yolda bırakmasıyla birazcık huzur buluyoruz.

Romanda “Hayat, ne istediğini bilen ama bunlara asla kavuşamayacağını henüz fark etmemişler için de zor, ama nispeten daha az zordur.” türü beylik sözlerden bolca var. Cümlelerin altını çizmeyi sevenler veya roman okurken bir yandan da hayat dersi almak isteyenler için yeterince malzeme var Kazkafanın Kitabı’nda.

Kitabın edebi açıdan en çarpıcı yerleri Fabienne’in hem kendi adına hem de hayali sevgili Jacques adına Agnês’e gönderdiği mektuplar. Bu mektuplar Fabienne’in ruh halini çok güzel yansıtıyor. Ancak bu mektupları art arda okuduktan sonra şu satırlara gerek var mı:

“Mektuplar kafamı karıştırmıştı… Jacques beni özlediğini ve İngiltere’de de ziyaret etmek istediğini söylerken, Fabienne adına da mı konuşuyordu?”

Bunu okur zaten anlıyor. Bu iki mektubu yazdıktan sonra gerisini okura bırakmayıp okurun ne anlaması ve nelere dikkat etmesi gerektiğini de yazdığınızda okuru ahmak yerine koymuş oluyorsunuz.

Nuray Önoğlu, çok özenli bir çeviri yapmış. Kitapta yazım hatası da yok. İlk baskı için gerçekten çok iyi. Kitap da çeviri de neredeyse hatasız. Önoğlu, bazı yerlerde orijinal metne sadık kalmak adına Türkçeyi biraz zorlamış olabilir. Aldığım iki not:

  • Türkçede “Kitabın bir nüshası” dersek elbette bu yanlış olmaz ancak biz genelde kitabın nüshasını veya kopyasını değil de kendini okuruz. “Kitabı okuduk” deriz.
  • Falanca yere giderken “giydiğim giysileri giyecektim” cümlesindeki giymek kökenli sözcükler bu şekilde art arda sıralandığında dili kısır gösteren, yeknesak bir hava uyandırıyor.

Ancak söylediğim gibi diğer kitapların ilk baskılarıyla kıyaslandığında tertemiz bir çeviri, akıcı bir dil ve eksiksiz bir düzelti hemen göze çarpıyor. Kazkafanın Kitabı, editörlüğünden çevirisine, düzeltisinden basımına kadar emeği geçen herkesin titizliğini hissettiren bir kitap.

Sert bir disiplinle sınırsız özgürlüğün, taşrayla büyük kentin, yoksulla varsılın çatışmasını içeren, bazı yerlerinde kızıp bazı yerlerinde meraklandığınız ilginç bir kitap, Kazkafanın Kitabı.

Burak Kaya hakkında 134 makale
Müzisyen, yazar.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.