93 Harbi… Allahuekber Dağları… Bir bölgenin savunması, yedek subay Erzincanlı yedek subaya verilir. Teğmen de emrindeki askerler gibi çok genç… Daha kuzu… Daha kınalı keklik o da askerleri gibi… Bala ceylan hepsi…
Kuşun havada donduğu bir kış… Zemheri… Öyle soğuk… Uyku gözlerinden akar da bala keklikler, yine de uyumaz. Sabaha yakın bir vakitte Ruslar, ansızın saldırır. Erzincanlı teğmen de bala keklikler de uyumamış; saldırıya kahramanca karşı koymuşlardır. Sabahın hain bir anında saldıran düşman, daha sonra çekilir.
“Şu yüce dağları duman kaplamış
Yine mi gurbetten kara haber var
Sabah vakti burada kimler ağlamış
Çimenler üstünde gözyaşları var.”
Düşman çekilir, çekilir de kınalı keklikler ötmez nedense. Şakımaz bir türlü. Kınalı kuzular kalkıp koşmaz, gülüp eğlenemez hiçbiri. Yatmış uyumuş hepsi. Balalar derin uykuda… Balalarda bir hal var. Teğmen bakar durur öylece. Bakar bir süre. Kınalı kekliklerde bir hal var… Tüm keklikler, zalim bir avcının kurşununa gelmiş, kanlar içinde… Böğürlerinde kurşun yarası…
Sanırsınız uyurlar, sanırsınız rüya görmekteler. Yüzlerinde bir gülümseme…
Teğmenin gönlünde büyük gürültü… Teğmen lal… Taşta ses var, teğmende yok. Ama gönlünde gürültü çok… Dili sessiz, yarası büyük… Ama yarasında gürültü çok… Teğmen lal, teğmen yangın yeri… Teğmen divane…
Balalara böyle ne olmuş? Balalarda bir hal var. Kınalılarda kan var. Karlar kan kırmızı… Kınalı keklikler kan revan içinde… Bala keklikler şakımıyor. Bala keklikler, ah bala keklikler kanlı uykularda… Balalar al kanlar içinde…
Çimenlerde birileri ağlamış; çimenlerin üstünde gözyaşı var.
Teğmenin balaları uyanmaz. Kınalı keklikler uyanmaz, derin uykularda hepsi. Teğmen deli divane… Bir o yana bir bu yana döner durur. Dünyanın bütün ateşlerini toplasalar teğmenin yüreğindeki ateşinde yanında bir hiç… Dert başka teğmende… Teğmenin kolu kanadı kırık… Teğmen ciğer ateşinde… Teğmen divane… Teğmen lal… Teğmen Yusuf’unu kaybetmiş Yakup… Teğmen dipsiz kuyularda, Gayyalarda…
Balalarını, kekliklerini tek tek gezer teğmen. Balalar şakısın ister, kalkıp koşsun ister. Balalarına sarılıp alınlarından öper. Kalkın, der, kalkın. Balalar kalmaz. Dizlerinin üzerine yığılır sonra; elini kulağına atıp başta Allahuekber Dağları’nın karlarını bile eriten türküsünü söyler:
“Sabah vakti burada kimler ağlamış
Çimenler üstünde gözyaşları var.”
Tertemiz iki dize… Şiir tadında… Ağıt acılığında… Çimen kar, kan da gözyaşıdır türküde…
Kim ağlayacak Erzincanlı? Kınalıların kanıdır o gözyaşları… Çimenlere düşen balaların kanları… Çimenler kan içinde teğmen… Çimenlerde gözyaşı… Balaların kanı… Kekliklerin gözyaşı… Karlar kıpkırmızı, karlar kan renginde…
Teğmen söyledikçe sesi duyan acıya kesilip uzaklaşır. Kurtlar inine, börtü böcek kuytuya… Huma kuşu yükseklere… Yaban kazları, göçten vazgeçip geldikleri yöne uçar yine. Ceylanlar bir koyakta siner kalır. Teğmenin sesi yankılandıkça yer gök ağlar… Gelinler ağlar ama en çok da analar… En çok da analar… En çok… En… Çok…
“Bir kız ağlar sesi gelir uzaktan
Yine gurbetten kara haber mi var.”
Gurbetten kara haber yok bu defa Erzincanlı. Bu kez gurbetten haber yok. Bu kez gurbete kara haber var. Kekliklerin anaları öle Erzincanlı. Anaları öle. Ölmesinler de ne yapsınlar? Acıyla mı yaşasın analar?
O dağların çayırı çimeni kuruyaydı. Allahuekber Dağları yıkılaydı da düz ovaya döneydi. Keklikleri olmadıktan sonra bir dağa, dağ denir mi? Senin Allahuekber Dağları, senin çimenlerin kuruya. Karın yağmaya bundan böyle.
“Şu Yüce Dağları Duman Kaplamış” bir türkü… Teğmenin türküsü… Teğmenin ağıtı… Gözlerine bir siyah perde çekilen Erzincanlının türküsü… Bir ana gibi yanan, bir baba gibi dönen bala teğmenin…
Ben annelerin ağıt yaktığını gördüm. Mahşer kalabalığı vardı o ağıtlarda… Babaların ağıtlarını da duydum. Ağıtları Araf sessizliğindeydi babaların. Bir subayın, askerlerine bir türkü, bir ağıt yaktığını hiç duymamıştım. Bu türküde, bu ağıtta çok şey var. Teğmenin sızısı var. Kekliklerin sızısı… Balaların… Kınalı kuzuların sızısı…
Her derdin çaresi varmış güya. Yalan! Her derdin çaresi varsa o bala teğmen neden iflah olmadı o zaman? Yürek yangınını neden unutmadı? Neden yarası hep kanadı? Her derdin çaresi varmış… Laf…
O dağlarda çimenlerin üstünde gözyaşları hâlâ duruyor mudur? Allahuekber Dağları’nda birileri ağlıyor mudur hâlâ? Ya karlar? Kırmızı mıdır hâlâ?
İsrafil, surunu alsın da gelsin. Üflesin surunu artık. Balasız teğmenin derdi böyle biter çünkü. Ya anaların? Meri kekliklerin ya?
Gönlünde bir hal var teğmenin. Gönlü gönül değil. Gönlü zemheri… Gönlü soğuk… Soğuk, yakıyor gönlünü. Soğuk, teğmeni yakıyor. Teğmen yangın yeri… Yangın yeri de su dökeni yok. Balaları da kalkmıyor ki… Balaları, kınalı keklikleri su dökmeye kalmıyor ki…
Teğmenin yanıyor kınalı keklik, teğmenin sana yanıyor! Bu türkü sana yakılıyor.
Amma velakin… Ezcümle ha söyle de söyle.