(Yazının ilk bölümü için tıklayın.)
Saman sarısı ova… Gökyüzü masmavi… Sırt üstü uzanıp akıp giden dağlar, mora bürünmüş… Üstünde bir top beyaz bulut… Bağlamasını elinde bir genç, yaşlıca bir akasya ağacının dibindeki çeşmenin kenarına oturmuş; ovaya bakıyordu, uzaklara, buradan çok uzaklara… Sarı bozkırı aşıp mor dağları da geçip daha uzaklara bakıyordu. Mor dağların ardı… Dağların ardı… Her yan sessiz… Bir tarla kuşu, ağzında getirdiği yiyecekle yaşlı akasya ağacındaki yuvasına kondu, yavrusunu doyurmaya başladı. Tek canlı oydu bu bozkırda. Bozkırda hayat bu kuştu.
Arabamdan inip çeşmenin yanına geldiğimde genç bana baktı, sonra tekrar ovaya… Mor dağların ardına aktı bir çift siyah zeytin gibi gözleri. Buz gibi sudan kana kana içip gencin yanına oturdum:
– Merhaba, dedim.
– Merhaba, dedi bakmadan.
Dedim:
– Genç adam, canın sıkkın!
Dedi:
– Derttendir.
Dedim:
– Derdin nedir?
Dedi:
– Aşktandır.
Dedim:
– Yakışıklı gençsin, neden aşktan mağdursun?
Dedi:
– Ben abdalım, abdalım diye sevdiğim kızı vermedi babası. Abdala kim kız verir ki?
Dedim:
– Abdal ol. Ne var bunda?
Yüzüme baktı, zeytin karası gözleriyle. Dokunsam ağlayacaktı:
Dedi:
– Abi, senin kızın olsa bir abdala verir misin?
Veririm deseydim doğruyu söyleyecektim ama zeytin inanmayacaktı. Sustum.
Dedim:
– Peki, kaçıracak mısın?
Dedi:
– Bozkır, saklamaz bizi. Bozkır, haramı sevmez abi! Abdal, yanlışı sevmez ki!
Ter bastı. Kalkıp yüzüme su serpmek için çeşmeye yürüdüm. Bu sırada genç de bağlamasını çalıp söylemeye başladı:
“Bilirim sevdiğim zengin kızısın
Gölgede büyümüş de mor pembe pullusun
Sabah da doğan tan yıldızısın
Şavkın içime de vurur sevdiğim.”
Tüm ova bu acı türküyle sarsıldı. Çeşmenin suyu cehennem sıcağına kesti. Akasyadaki kuş yavrusu doyurmaktan vazgeçti. Bozkır, sarısından; gök, mavisinden; dağ, morundan utandı. Zeytin gözlü gencin yanağına bir damla yaş süzüldü. Arabaya binip son kez baktığımda dağlara doğru yürüyordu gözleri zeytin karası genç. Tarla kuşu, yavrusunu bırakıp onu takip etmeye başladı. Yuvadaki yavru kuşun ağzı açık kaldı öylece. Yaşlı akasya, göğe ağdı üzüntüsünden. Başında tarla kuşu dönen sahipsiz abdal, bozkırın sarısında kaybolurken ben de hareket ettim. Bu yaz sıcağında, gözleri zeytin karası gence içim yandı.
Bir erkek, aşk yüzünden ağlıyorsa masumdur. Hele ki türkü söyleyip ağlıyorsa çok masumdur. Hele ki bağlama çalıp türkü söylüyor ve üstüne üstlük ağlıyorsa hepten masumdur.
İnsanın sevdiğine kavuşamaması acı… Hele ki bir gencin sevdiğine kavuşamaması hepten acı… Abdal olduğu için bir insanın aşka reva görülmemesi utanç… Oysa abdal severse bozkır yeşile keser. Bozkıra tüm renkler iner. Yeter ki abdal sevmeye görsün. Abdal severse bozkır cennet olur oysa.
Şimdi türküler suskun, bozkır hüzünlü… Şimdi bir abdal ağlar bir yerlerde? Bozkırın sarısında kaybolmak diye bir şey varsa o kara gözlü genç işte… Kayboldu. Şimdi bozkır da küskün… Bozkır, bu nedenle renksiz, çiçeksiz… Bozkır talan yeri…
Amma velakin… Ha söyle de söyle!
Yaşar Kemal, ne güzel anlatmış çaresizliği, umutsuzluğu,imkansızlığı, bütün yardım kapılarının kapalı oluşunu. Kısa, açık, ve öz “Yer demir gök bakır.” Ne güzel bir deyimdir. Bunu bir romanına isim olarak koyarak bu güzel deyimi özel kılmıştır. Sizin yazınızda da her büyük sevdanın sembolü Elif ‘tir anlaşılan. Ne güzel, ne özel, ne anlamlı, ne ince bir isimdir Elif…”İncecikten bir kar yağar tozar Elif, Elif diye.” Karacaoğlan da mı o bozkırdan geçti yoksa sencileyin, sevgili Numan.
Erhan Karakahya
Sevgili Numan; yazın çok güzel, çok duygu dolu. Türküler de halkın duygularına tercüman olur. Ez cümle:” Türküleri yakanlar, yasaları yapanlardan daha güçlüdür. ”
Erhan Karakahya