Kuyrukadam

Geçen gün mahalle meydanında bir kuyruk gördüm, hemen girdim tabii. Bu çok önemli bir hareket tarzıdır, bende zamanla reflekse dönüştü. Yani bir kuyruk gördüğümde, ‘Burada ne dağıtılıyor?’, ‘Girsem mi, girmesem mi?’ diye düşünmem. Önce kuyruğa girerim, yerimi sağlama alırım ondan sonra düşünmeye başlarım. Senin iki dakikalık kararsızlığın o kuyruğa yirmi metre sonra girmene neden olabilir. ‘Kuyruk tereddüt kaldırmaz’. Eğer tarihe geçeceksem, işte böyle bir sözle geçmek isterim.

Neyse konumuza dönelim. Ben kuyruğa girip bir on dakika bekledim, bu arada kuyruk da giderek uzadı tabii. Bir süre sonra arkamdaki kişi beni dürtüp bunun ne kuyruğu olduğunu sordu. Ben de bilmediğimi söyledim. ‘O zaman niye bekliyorsun?’ dedi. Ben de ‘Sen neden bekliyorsan ben de ondan bekliyorum’ dedim. Sorularıyla beni yıldırarak sıradan bir kişiyi eksiltmek istiyor olabilirdi. Benim karşı hamlem üzerine meraktan sıraya girdiğini, ayrıca sıraya girdikten kısa bir süre sonra da ne için beklediğimizi sorduğunu söyledi.

Bense kuyruğun ne kuyruğu olduğunu hiç merak etmediğimi anlattım kendisine. Büyük olasılıkla kuyruğun bittiği yerde bedava bir şey dağıtılıyordu. Bu ister çay, ister şeker olsun benim için fark etmezdi. Kiminle konuştuğunu anlaması için debriyaj seti de ekmek sepeti de maydanoz demeti de olsa sıradan çıkmayı düşünmediğimi söyledim. Biraz irkildi önce, sonra sırıttı: ‘Ya borç senedi imzalatıyorlarsa?’

Aklı sıra içime kuşku düşürecek. Kendisine 1984 yılında, sıcak bir yaz günü tam on sekiz saat kuyrukta beklediğimi söyledim. ‘Ne kuyruğuydu?’ dedi tabii bu gene. Anımsayamadım. Sadece bugüne kadar girdiğim hiçbir kuyruğun sonunu görmeden o kuyruktan çıkmadığımı söyledim. Çünkü kuyruktan çıkmak bir vazgeçiştir, yenilgidir. Kaçış gibidir. Mücadeleyi bırakmaktır.

Kuyruğun bir yaşam tarzı olduğunu bilmeyen kişiye mümkünü yok anlatamazsın bunu. Ha bire aynı soruyu sorar: ‘Ne kuyruğu?’ Sabret, bekle biraz, zaten göreceksin sonunda ne kuyruğu olduğunu.

Ben bu kuyruklarda çok kişiyle tanıştım. Kimi gün kıymalı börek, kiminde baklava yedik. Ön taraftan kaynak yapmaya çalışanlarla hep birlikte mücadele ettik. Adımızı, memleketimizi sorduk. Birlikte güldük, birlikte ağladık. İftar çadırına girip aynı yemeklere birlikte kaşık salladık.

Bazı insanlar der ya ‘Ben dava adamıyım’ diye. Ben de kuyruk adamıyım abi. Benim davam da bu. Kuyruktakiler benim dava arkadaşlarım, yoldaşlarım. Ben ucunda ne var diye bakmadan beklerim. İsterse akide şekeri olsun benim için fark etmez. Herkesin para saydığı şeye ben iradem ve bekleme kapasitem sayesinde beleş olarak ulaşmışımdır. O bana yeter. İki saatlik beklemeden sonra cebime giren beleş şeker benim için en güzel hediyedir. O son sahne iki sevgilinin kavuşması gibidir. En azından yakın zamana kadar öyleydi. Bugün şunu da eklemek isterim: Kuyruğun amacı sonuca ulaşmak gibi görünse de asıl mutluluk kuyrukta beklemekmiş. Son dönemde, kuyruğun sonundaki beleş şey avcuma girdiğinde anlamaya başladım bunu. İsteğim giderek azaldı ona karşı. Tıpkı yıllarca peşinden koştuğun sevgiliyle bir gün beraber olunca hissettiklerin gibi. Zaten her şeyin değeri azalır elde edince. Öyle zamanlarda çaktırmadan başımı kaldırıp, göz ucuyla yeni bir kuyruk aradım hep ben de.

Bankada kaç kez başıma geldi:
– Abi sen ne bekliyorsun?
– Ben elektrik faturamı ödeyeceğim.
– Burası harç kuyruğu abi sen niye bekliyorsun ki burada? Git yandan yaptır işlemini.
– Yahu tamam da ben yarım saattir bekliyorum, şimdi çıkarsam sıram kaybolur.
– Abi ne sırası, yanlış yerdesin. Sen niye girdin ki zaten sormadan kuyruğa, gel ben hemen hallettireceğim.

Böyle bir durumda bile içim burkulur. Yerimi boşaltınca arkamdakinin attığı o bir adım, sanki hançer olur da içime sokulur.

İşte dünyadaki yerim bu benim. Konumumu en iyi şöyle tarif edebilirim: Benden önce gelenin bir adım arkasında, arkamdakinin de bir adım önündeyim.

Kuyruk uzunsa da benim için fark etmez. Ben beklerim.

Burak Kaya hakkında 127 makale
Müzisyen, yazar.