Mevsimlerin de Kendi Sözcükleri Var

Mevsimlerin de Kendi Sözcükleri Var

Sığırcık sürüsü içinde gördüm kendimi. Akşamüstleri, pembe bir pelerin gibi asılır duvara. İlk adımı dipsiz denizin, ya da ne bileyim sağ topuğu gibi, kuzeyinden yamaçlara değen bir balerin. Dağ gibi derler ya. Büyücek bir ölüme tutunmuşuz iki yamacından. Düştükçe büyüyoruz. Büyük büyük laflar ediyoruz ama dizimiz de kanıyor bir yandan. Önümüzde maviye yakın bir koyuluk. Meyva tabağına bakar gibi, düşerken bakışlarımız. İki yana büyüyen bir denize sıkışmış kara. Bir ses duyduk sanıyoruz. Aynı yöne bakıp, sonra birden duruyoruz, kuzey rüzgarlarına çeviriyor başını çocuk, durgun bir denizin dalgalarına değiyor gölgemiz. Çocuğun başı eğik, azıcık kaldırsa başını gözlerini de göreceğiz. Selam verir gibi dursa en azından. Dakikalardır önüne bakıyor. Elini cebinden çıkartıyor, çağırsaydınız diyor, gelirdim. Sesinde hiçbir yere değmeyen bir hüzün. Tut elimi, bakayım. Soğuk. Gökyüzü ayna gibi. Ayna demişken, şunu da söylemeden geçmeyim: Her baktığım yerde kendimi görüyorum. Allah seni inandırsın. Üst üste iki meyva gibi aynı dalda. Hem de göz göze gelmiş gibi, narla ayva. Aslında araları bir karış ama derin bir uçurum. Yan yana durmaktan değil, ikiz zeytinler gibi. Birbirine yapışık. Ya da iki farklı kıtadan birbirini süzen iki kuş. Sorun mu dedin? Yalnız gördüm de kendimi, sürünün içinde. İşte bu. Sorun sayılmaz, peki. Kırık bir ses içimde, belki yüzyıllardır yankılanıyor. Kendi bedenimde, benden daha eski, onulmaz bir yara. İşte ben, aslında, sadece o yarayım. Aylar boyunca konuşmadan durabilirim. Çaresini nereden bileyim, acımıyor zaten, yalnızca kanıyor. Bak, şimdi de omzundan aşağı doğru büyüyen, koyu bir lekeyim. Bir günün sonuna da benziyorum bazen. Suyun içindeki karaltıya. Kaldırımda bekleyen sesleri topluyorken bir çocuk. Bir karanfilin sessizliğini soruyorum sana. Kırmızı değil, pembe beyaz, ebruli. Akşamüstleri, senin yüzüne eğilmiş karanfilleri suluyorum yalnızca. Katmerli. Tamam, pardon, dinleyeceğim seni. Şimdi değil ama. Yara derken, kansere benzer bir şey var bu sonbahar akşamlarında. O başka bahar, başka mevsimdi. Ben dışarıdaydım, kırlangıçlar dönecek diye bekliyordum işte, siz bakmayın bana. Sen hiç yemeğini yerken ağlayan birini gördün mü karşında? Ben gördüm de unutamadım yıllarca. Yaşamı kuşatan solgun renkleri duydun mu gözkapaklarında? Görmek değil. Benim yara dediğim bunlar işte. Kolunda, bacağında ya da bedeninin dışarıdan görünen yanında değil de, soluğunun bir yerinde. Sesini bile tanıyorum artık, rengini. Soluğundaki kırmızılık yok mu. Kız, iki gözüm önüme aksın ki kanıyor. Her soluk alıp verişimde koyu bir balgam gibi düğümleniyor pıhtısı boğazımda. Eskiden olsa kazırdım yarayı, temizlerdim en azından. Şimdi bakıyorum sadece, kanın ilerleyişini duyuyorum soludukça. Turşucu diye bağırıyorum, yanımdan geçerken bir çocuk. Son heceyi uzatarak bağırıyorum yeniden, uzun zamandır bu işi yaptığımı düşünmelerini istiyorum. Evet, usta bir turşucu kadar rahatım ben, sokaklarda bağırırken. Öyle düşün. Biraz da korksun istiyorum ama bana mısın demiyor velet. Yaralarımı göstermek için yanıp tutuşuyorum, birisi sorsa en az yarım saat durup dinlenmeden anlatacağım. Düşündüğün gibi, ne soran var yaralarımı, ne de gören. Zaman değişti, artık ilgilenmiyor kimse başkasıyla. Varsa yoksa kendileri. Geçenlerde bir şair, “yeni bir kitap için henüz erken, kendimle düşüp kalkmam gerek biraz” demişti. Bugüne kadar kendinden başka bir şeyle ilgilendiği varmış gibi. Ayna yoksa önünde, başını bile kaldırmıyor artık insanlar. Ben var ya ben, ah bir bilseniz, siz de hayran olurdunuz bana. Bir görebilseydiniz beni, benim kendimi gördüğüm gibi. Deniz anası da dev aynası da size girsin. Tövbe tövbe. Anlamazsınız tabii. Bir ben var bende, benden şahane. Soluk yarası diyordum. Bazen şöyle açık bırakıyorum, soluğuma değen kumaşı. Ucundan görüp de sorsunlar istiyorum, ben de yeri gelmişken diye başlayıp, iyice göstereyim yaralarımı. Eğer bana acımazlarsa, o zaman kokuşmuş bir denizin kanını tükürürüm ayaklarının ucuna. Bir çocuk, iğrenç diyor uzakta. Sonunda. Sesinin gölgesinde, biraz ferahlıyorum. Şimdi bir geminin direğine konuyorum. Anlam veremediğin ne varsa yaz bir kenara, sorup durma öyle. Bak ben kendi yazdıklarımı okuyacağım şimdi. İlk kez okuyacağım. Nasıl geçti çabucak mevsimler, yaraların üzerinden akıp gitti zaman. Nasıl bu kadar çabuk çekildi deniz. Boşver o hıyarı, nesini anlatacakmış mevsimlerin. Birisi söylemeden de duyabiliriz. Elbette sen de duyabilirsin. Başta söyledim ya, zaten her mevsimin kendi sözcükleri var. Kırlangıçların da var sözcükleri. Doğru, kırlangıçlar gelmemişti henüz, gene de bakıyordum ben. En azından gökyüzünde gelmeyişlerinin yarattığı boşluğu görebiliriz. Şöyle anlatayım o zaman: Bir kuyuda, göğün yansımasını gördün mü hiç. Göğün yarısı duruyor gibi ayaklarının birkaç boy altında. Eğilme düşersin diyecekken. Yazma diye seslenir sana içinden. Yazma düşersin. İşte ben de onu söylüyorum. Sözcükler de düşebilir kuyuya bazen. Sesler, incinmiş gibi bükebilir dudaklarını. Sen, “Esin perim, bu gece hangi şehirde, bilmem hangi alemdesin?” diye döktürürken, arkasını dönüp, ayak ucuna basarak gidebilir sesler. Zaten, ne yazsak yitiyor derinlerde, tüm sesleri emen bir duvarın karşısında, bağırıyormuşuz gibi. Bari sesimizi de bir duyan olsa. İşte ben, kendi sesimi bile duyamıyorum. Herhalde, tüm okuduğum sayfalar gibi. Bitince çöpe atmak isterdim yalnızca. Arada bir yırtmak da istiyorum, daha yazarken hem de. Bir arkadaşım ayna karşısında çalışmamı önerdi. Öyle yapıyormuş kendisi. Aynanın karşısına geçip saydırıyormuş saatlerce. Yemin ederim. Ana avrat düz gidiyormuş, kendi yüzünü görünce aynada. Bense acıyorum şimdilik. Yazık diyorum kendi kendime. Gülme. Küçük bir çocuk gibi yürümeye yeltenen. Ama sen gülme gene de. Düşün ki bir kedinin arka ayağı sallanıyor kanepenin üstünden. Ya da perdenin tiftiklenmiş ucu değiyor yere. İdare et işte, kanepeyle perdenin arasında bir yerde, dursun benim sözcüklerim de. Gülme ama içinden. Şiirini ezberlemiş de unutmuş gibi düşün. Bir çocuk. Bir sahne. Bir is bulutu denize savrulan. Görmezden gel, olsun bitsin. Başlığına, düzenine, harflerine falan bak da. Okuma sakın. Okursan. Utanırım.

Burak Kaya hakkında 128 makale
Müzisyen, yazar.