Arkadaş Toplantısı

Arkadaş Toplantısı

ayhan
Elleri hep ıslak, konuşması uzun bir caddenin yokuş yeri gibi. Yirmi yıldır tanıyorum bu herifi. Çelimsizin tekiydi o zamanlar. Serap’ın kıçında dolanıyordu. Benim Opera’daki evime geldiğinde, akşama kadar oturur, gecenin bir yarısı gitmek için davranır, ancak ilk teklifimle birlikte ayakkabısını bırakıp, üstünü çıkardıktan sonra, kanepeye uzanırdı. Buzdolabında ne var ne yok, kapısını açmadan ezbere bilirdi. Bir telefon çalsa, kim diye sormaz, benim merhaba deyişimden tanırdı karşımdakini. Eğer arayan Serap’sa, telefon kapanır kapanmaz “Serap, değil mi?” diye sorardı. Bu sorunun içinde Serap’la beni yakınlaştıran bir şey vardı. Herifin ne aradığını bildiğimden, kıvransın diye, yalnızca “evet” derdim. Ne eksik, ne fazla. Yalnızca evet. Bu yanıt, onun öğrenmek isteyip de öğrenemediği, içten içe sezip karşı gelemediği ama en başından beri bildiği bir gerçeğin açıklanmasıydı. Duymak istediği zaten buydu. Bana göre, bu işkence onu mutlu ediyordu. Bilirdim ki “Serap seni sordu” ya da “Senden söz ettik geçenlerde” gibi bir şey söylesem, Serap’a duyduğu isteği yitirecek. O anki ruhsal durumuma göre, işkencenin dozunu değiştirirdim. Bazen, Serap bende kalmış gibi bir hava yaratırdım. O zaman, çelimsiz bedenine uygun, titrek bir vızıltı gibi çıkardı sesi: Daha fazlasını duymak isteyen. Ama onun resmi tamamlayabileceği kadar çizgiyi karaladıktan sonra, öylece bırakırdım. Nasıl olsa o, kendi imgeleminde benim anlatabileceğimden çok daha kötüsünü yaratacak. Bu resmi, kendisine en fazla işkence edebilecek şekilde, kendisi tamamlar, sesini kısıp bir köşeye çekilirdi. Sonradan Serap’la evlendiğinde, aramızdaki gizli bağ koptu. Ben onu görünce, beyninin bir yerine kazılı bulunan, eski ortaklığımızı hatırlatırım. Dolaylı bir biçimde:

– “Opera’daki evde sabaha kadar içerdik, hatırlıyor musun?” ya da

– “Güzel günlerdi o günler…” desem, ben pek içmezdim ya da hatırlamıyorum diyemez, saatine bakar, tırnağını kemirir, oradan uzaklaşmak için bahane aramaya başlar. Adnan için iyi ya da kötü denemez. Doğrusu, hayatta bir boka yarayan bir işe karıştığını görmedim. O yüzden, Adnan konuşurken kimse dinlemez. Şimdi olduğu gibi…


adnan
Ben konuşurken çevresine bakınması eskiden kalma bir alışkanlık. Beni önemsemediğini göstermeye çalışıyor. Eskiden…. Opera’daki küçük evinde, kendine özgü bir dünyası vardı. Canım sıkıldığında arada bir uğrardım. Ankara’nın en boğucu duvarı, en karanlık akşamı, en çıkmaz yolu onun evindeydi. Gerçi Ayhan, kırık dökük evini, bir filozofun barınağı, kendini ve arkadaşlarını da gizli bir kulübün üyesi gibi göstermeye çalışırdı hep. Sonraları, günlük gazeteler dışında bir şey okumadığını, sözlerini döndürüp dolaştırıp aynı yere getirdiğini anladım. Gene de yarattığı gizemli havayı bozmadan içime çeker, sözlerinin işaret ettikleri yerde olmadığını bilir ama belli etmezdim. Serap’la gezmeye başlayana kadar sık sık giderdim Ayhan’a. Serap’la birlikte olduğumuzu öğrenince, Ayhan da kartlarını açık oynamaya başladı. Bir Pazar günüydü, Ankara sokakları beyaz örtüsüne bürünmüştü. Serap’ı Sıhhiye’deki evinden almış, Radyo Evi’nin önündeki yolda gözümüz adımlarımızda, yürüyorduk. Yapacak işimiz, cebimizde paramız yoktu. Ayhan’a uğramaya karar verdik.

Ev kalabalıktı: Hikmet, nişanlısı Aysel, Kadir, Kadir’in kardeşi ve tanımadığım birileri daha vardı. İlk kez Serap’la birlikte gelmiştik. Ayhan içeri girmemizden biraz sonra, beni tanıştırırken, “en sevdiğim misafirdir Adnan”, diyerek başıyla beni işaret etti:

– “Parasız yatılı”.

O anda bir yanıt verebilmeyi çok isterdim. Bir iki saat oturduktan sonra kalktık. Konuşulanları dinlemedim. Öcünü almak için uzun süre bekleyip amacına ulaşmış birisinin yüz haliyle uğurladı bizi. Bana yukarıdan baktığını göstermişti. Evine bir daha gitmedim. Serap’la evlendikten sonra, arada bir Hikmet’ten haberini alıyorduk. Filozof edasıyla ortalarda dolandığını, bir işi bitirmeden diğerine soyunduğunu duyuyordum. Babasının parasıyla bir yayınevi açmış, kısa sürede zarar edip kapamıştı. Son zamanlarda, benim Rüzgârlı Sokak’taki işyerime gelmeye başladı. İki üç ayda bir gelip küçümseyen gülüşüyle raflara bakıyor, çayını bitirmeden çok acelesi olduğunu söyleyip kalkıyordu. Hikmet’in toplantı ısrarları olmasa ölene kadar bu ibnenin evine gelmezdim. Serap da iki saattir gözü pencerede, konuşmadan öylece sırıtıyor. Bu toplantıya en çok Serap sevindi bence….


serap
Ömrüm, peşinden koştuğum şeylerin, aslında ne kadar değersiz olduklarını görerek geçiyor. Hikmet’in toplantı fikri en çok beni etkiledi. Eğer yirmi yıl önce bu toplantıyı görme şansım olsaydı, ne yanımda Ayhan olurdu, ne de karşımda Adnan. Sözde, ünlü bir yazar olacaktı Ayhan; hayatın anlamsızlığına öylesine kapılmıştı ki, eline kalem aldığında bile midesi bulanıyordu. Elindeki piposunu doldurmaya bile gücü olmayan, tembel bir hıyar olduğunun farkına varamadı bir türlü. Yazacağı romanın ilk sayfasında, ilerideki sayfaların anlamsızlığını düşünüp, vazgeçiyor olmalı. Peki ya Adnan? Adnan’a bakarken gülesim geliyor. İçindeki kompleksi bir türlü yenemedi. Birazdan sözü alıp, hırdavatçı dükkanına getirecek. Güçlü olduğu tek yer orası. Yalnızca orada yaşıyor, orada soluk alıyor. Akvaryumdaki balık kadar çaresiz. Ne çabuk tükendik tanrım. Sonsuz bir boşluk var aramızda. Bu sofradan kalkmak için artık çok geç. Oysa, Sıhhiye’deki evimizin balkonundan tüm dünya görünüyordu…

– Rakıları doldursana Hikmet; uzun bir yolculuktan dönmüş gibi içelim bu akşam…

Burak Kaya hakkında 128 makale
Müzisyen, yazar.