Suç işleyenlerin cezalandırılması, toplumdaki düzenin sağlanmasında temel unsurlardan birisidir. Cezalandırmakta iki temel amaç vardır. Bunlardan birisi işlenen suçtan zarar görenlerin öç alma duygusunu tatmin etmektir. İkinci ve asıl önemli amaç ise insanları suç işlemekten caydırmaktır.
Suç işleyeni caydırmak kadar suç işlemeyen ama ileride işleyebilecek tüm insanlar için caydırıcılık önemlidir. Caydırıcılığın sağlanabilmesi için, suç işleyen işlediği suçtan dolayı bir çıkar sağlamışsa, verilen cezanın getirdiği mağduriyet, mutlaka sağlanan çıkardan fazla olmalıdır. Kazancının üzerinde bir bedel ödeyeceğini bilen kişi bilinçli olarak suç işlemeyecektir. Trilyonlarca lira çıkar sağlayan borsa spekülatörlerine verilen ikişer milyarlık ceza bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Bu suçu işlemeye uygun durumdaki diğer insanlar için, bu cezanın caydırıcıdan çok teşvik edici olduğu ortadadır.
Cezanın caydırıcı olabilmesi için en önemli unsurlardan birisi de cezanın uygulanabilme oranıdır. Aynı suçu işleyen yüz kişiden kaçı bu suçun cezasını çekmektedir. Eğer bu oran düşükse caydırıcılık büyük oranda azalacaktır. Ceza çekme olasılığı düştükçe, ilk bakışta, cezayı büyütmek caydırıcılığın sağlanması açısından uygun gibi görünse de, aslında aynı derecede caydırıcılık sağlayamamakta, daha da önemlisi adaletsizliğe neden olmaktadır. Daha önemsiz suç işleyenlerin, daha ağır ceza alması, adalete ters bir durumdur. Yakalanamayan suçluların cezalarını toplayıp, yakalanan az sayıda suçluya çektirmek, gerek caydırıcılık açısından, gerekse zarar görenlerin tatmin olması açısından yeterli etkiyi yapmaz.
Ceza vermekte iki temel amaç olsa da, suçtan dolayı zarar görenin öcünü almak aslında ilkel bir davranıştır. Toplumdaki suç işleme oranının düşmesini asıl sağlayan caydırıcılık özelliğidir. Kendisine zarar verenlerin cezalarını çektiğini görmek şüphesiz insanları rahatlatır. Bu kişilerin ceza almaması durumunda ise zarar görenler cezayı kendileri vermeye kalkabilirler. Fakat cezanın verildiği durumlarda bile, çoğu zaman zarar görenler verilen cezayı az bulabilmekte ve kendileri ceza vermeye kalkabilmektedirler. Bunu önlemenin yolu, bu kişilerin öcünü almak değildir. Cezayı kendisi veren kişilere de caydırıcı cezalar vermek dışında etkili bir yol görünmemektedir. Bu nedenlerle ceza verirken asıl amaç caydırıcılık olmalıdır.
İşlenen suçtan dolayı çıkar sağlanmayan durumlarda, cezanın belirlenmesi çok daha zordur. Kişi suçu manevi değerleri uğruna işlemişse, buradan sağlanan çıkar herkes için farklı olabilir. Bir kişi için caydırıcı olabilecek ceza, başka birisi için önemsiz olabilir. Arabasıyla hız yapmaktan zevk alan iki kişiden birisi, ödediği trafik cezasını önemsemezken, başka birisi bu cezadan dolayı büyük bir zarar görebilir.
İşlediği suçtan maddi ya da manevi çıkar sağlamayan kişinin cezası nasıl belirlenmelidir. Bu kişi suç işleyerek hiçbir yarar sağlamamışsa, bu suçu bilinçli olarak işlemiş olması düşünülemez. Aynı örnekten gidersek, hızlı araba kullanan birisi, kaza yapıp bir kişinin ölümüne sebep olmuşsa, bu suçtan dolayı hiçbir yarar sağlamamıştır. Birinci suçu olan hızlı araba kullanmaktan manevi bir yarar sağlamıştır ve bu suçu bilerek ve isteyerek işlemiştir. İkinci suçu olan tanımadığı bir kişiyi öldürmekten ise hiçbir yarar sağlamamıştır. Zaten bu suçu isteyerek işlememiştir. Bir insanı istemeyerek işlediği bir suçtan caydırmaya çalışmak ne kadar anlamlıdır. Bu noktada verilecek cezanın caydırıcılık açısından hiçbir faydası olmayacaktır.
Aynı yolda, aynı hızda araba kullanan iki kişi, aynı suçu işlemektedirler. Bunlardan birisinin ölüme sebep olması, sadece diğerinden daha şanssız olmasından kaynaklanıyor ise, diğerinden daha ağır bir cezaya çarptırılmasının bir yararı yoktur. Hızdan kaynaklanan kazaları azaltmanın yolu, kaza yapanları cezalandırmak değil, hız yapanları cezalandırmaktır.
Cezanın caydırıcılık özelliği taşıması için suçla bağlantılı olması gerekir. Trafikte işlenen suçun cezası bir yıl sonra adrese geldiğinde, suçlunun işlediği suçu hatırlaması mümkün olmadığı için bu cezanın hiçbir yararı yoktur.
Toplumda iyi davranışları özendirmenin ceza vermek dışındaki bir yolu da ödüllendirmektir. Bu ödülün geçmişteki davranış için değil de gelecekte beklenen davranış için verildiği anlaşılırsa, ödül nasihat olarak algılanır. Toplumda istenen davranış tipleri oluşturmak için ödül verilmesi, uzun vadede beklenen etkiyi sağlamaz.
Eğer verilen ödüllerin maddi değeri önemli boyuttaysa, bu ödülü alabilmek için yapılan davranışlar, içten gelerek değil, rüşvet karşılığında yapılan davranışlar halini alır. Toplumun ahlak seviyesini düşürür. Ödüller kesildiği anda her şey eskiye döner. Devletin verdiği teşvikler, vergi indirimleri, faizsiz krediler maddi ödüllerden bazılarıdır.
Maddi ödüllerin, aynı işi yapan tüm kesimlere uygulanmayıp, bu ödüllerden yararlanacakların tanımı yapılırken belli kesimler tarif ediliyor olması, ülkemizde sıklıkla görülmektedir. Bu durumda amaç, toplum düzenine yarar sağlamaktan çok belli kesimlere çıkar sağlamaktır. Devletin kaynaklarını aktarmayı yasal zemine oturtmanın kolay yöntemlerinden birisi bu tip ödüllerdir. İyi niyetli ödüllerde, bu ödüller tüm topluma duyurulmaya çalışılırken, niyetin kötü olduğu durumlarda işler sessiz sedasız yürür.
Cezaların, sağlanan çıkardan az olduğu ya da cezaların affedildiği durumlarda da, düşük cezalarla kurtulanların suç ortakları, genelde affı çıkartanlar ya da suçluların az ceza almasına istekli olanlardır. Bu tip durumlarda, az ceza çekenler çok sıkıntıdaymış gibi gösterilmeye çalışılır, televizyon kameraları önünde tartaklanır. Böylece toplum, o kişilerin sıkıntı çektiğini ve cezalarını fazlasıyla çektiklerini düşünür.
Düzenli toplum için adaletin düzgün işlemesi zorunludur. Suçluların yakalanmaması, yakalansa bile hakkettiği cezayı almaması, düzenli toplumu olanaksız hale getirir.