Kinin Ağıtı Yoktur

Kinin Ağıtı Yoktur

Tutunacağı bir değeri olmayan kişi, tutacağı bir el arar. Sadece bir el… Kendini değerli hissettirecek, biat edeceği bir el… Bu el bir hainin, çıkarcının, ortalığı ateşe verecek bir sinsi ideolojinin ya da iblisin eli olmuş önemli değildir. Yüreğinde hiç olanın üreteceği bir değer olmadığı için birileri de bu eli kullanmak üzere, el uzatacaktır. Bir tetikçinin kiniyle efendisinin çıkarı at başı koşmaya başlamış, doğanın yasası oluşmuş, boşluk dolmuştur.

Artık, böyle biri, boşluğunu dolduran, yaşamına anlam veren efendisi için her şeyi yapmaya hazırdır. Elinden tutan efendinin arzuladığının daha ötesinde işler çıkarmaya başlayacak; insan gibi değil, bir kul gibi çalışacaktır. Makyavel’den beslenen efendisi ona “Her yol mubahtır” cümlesini fısıldayınca eline silah, beynine öfke yerleştirilen kul da karşısına çıkan her şeyi yıkmaya, öldürmeye başlar. Efendi buyurup kindar tetikçi kustukça her şey ama her şey yanar. Su da yanar.

“Öfkeye sarılmak birine atmak için kavradığınız sıcak bir kömür parçası gibidir. Yanan aslında sizsiniz.” der Buddha.

Kin, yaktığını bilir ama yandığını bilmez. Kindarın beslendiği şey, günün birinde kendini de yakacaktır. Kin duyan, ateşini de taşımak zorundadır çünkü. İşte kindarın bilmediği şey budur: Yakarken yanmak… Yakıp yıktıkça günahlarından arındığını sanan kin, daha yakıp yıkarak büyür. Yaka yıka yol alır. Bu nedenle her kin, bir günahı peydahlar, günahtan beslenir.

Teknolojinin daha doğrusu küreselleşme sinsiliğinin yapılandırdığı insan, duygudan uzak olduğu için herkes, herkese yabancı; kimse, kimsenin bir şeyi değil. İnceliklerin ve değerlerin yok olduğu kaba, kıyıcı, derinliksiz bir yaşam… Kinden, nefretten nemalanan bir yaşam… Bu nedenle tetikçinin de efendisinin de zemini bataklık olan bu murdar güzergâhında her şey solar, her şey ölür. Yeşil de yanar.

Gülten Akın da “Zalim sen Kubilay Han mısın?” der günün birinde.

Tek değeri kin olan insan kötüdür, talanı sever, iyiyi barındırmaz. Bu nedenle kinde insani değerler barınmaz. Çünkü kabalık da kıyıcılık da onun meşrebinin hamurudur. Bunu bilmek için aziz ya da azize olmaya gerek yok, kin varsa yıkım da vardır, ölüm de vardır.

Türkiye’nin onur konuğu olduğu 50. Frankfurt Kitap Fuarı’na Gülten Akın, sağlık sorunlarıyla katılamaz. Kapanış konuşmasındaki yazısını da Ayfer Tunç seslendirir:

– Dünyanın iki eli var sanki. Biriyle taşıdığı kolaylıklar, incelikler… Ötekiyle taşıdığı kabalık, kıyıcılık, yok edicilik, ölüm… Bu ikinci el o kadar saldırır oldu ki dünya kendini yok etme aşamasına geldi.

İncelikler ve ölüm ya da kolaylıklar ve yok edicilik… Durum bu. İncelikler ve ölüm…

İkinci el, ha bire yok ediyor. Birinci else incelikleriyle bir köşeye sinmiş, talanın bitmesini bekler. Bekler ki Yunus Emre çıkagelsin! Bekler ki uzaklardan Nesimi ses versin. Bekler ki Bedrettin adaleti gelsin. Her toplum, kendi gerçeğini yaratır çünkü. Yunus çıkagelir:

“Mazlumun, masumun ahı indirir şahı padişahı, sanma zalimin ettiği kârdır.” der günün birinde.

Kin korkutur. Korku üzerinden egemenlik kurar. Ama kin, yaşadığı yeri de unutmaz. Kimin yüreğinde peydahlanmışsa peşi sıra takip eder onu. Beslenen kin, onun yarını olur. O kin ki peydahlandığı yeri de talan etmeden sönmez. Asla sönmez. Kindar unutsa da kin unutmaz.

Buddha “Öfkeniz yüzünden cezalandırılmayacaksınız, öfkeniz tarafından cezalandırılacaksınız.” der.

Evrim sürecinde insanın yalnızca iyi yanı değil kötü yanı da gelişir; böylece insan, kötü yanından tümüyle arınamaz. İnsan, bir yandan insanın acısını alırken, bir yandan da kendi türüne bitmez acılar verecektir. Bir el incelikler üretirken diğer el kesip biçecektir. Kin acıdan beslenir çünkü. Birinci el kolaylıklar sunarken, ikinci el kin peydahlayacak, insan değil, gayrı taş konuşacaktır. Her yanı, sessizlik kaplarken Mernuş da Tebernuş da taşa döner. Kıtmir, yarı uyanık değildir, nöbeti bitmiştir artık. Sonsuz uyku dur zaman. Her yan taş, her yan talan… Adalet de yanar.

“Kin derin yaralar açar” der Shakespeare.

Kin yara açmaz, Shakespeare. Kin yara açmaz. Kin yaranın kendisidir. Kabuğu her gün dökülen ama altından daha sulu, daha çok irinin oluştuğu yaranın ta kendisidir. İnsan, kinden kurtulmadıkça yarasından da içindeki kurttan da kurtulamaz. Kurt ağacı içten içe nasıl kemirir yıkarsa bu, insan için de geçerlidir. İnsan da yanar.

Susuzluğunu gidermek için dağdan onca yolu kat edip pınardan su içerken böğründen vurulan ceylanın güzelim gözlerindeki acıyı hangi kin görebilir? Süt dolu memesinden kanlar akarken ceylanın ağıtını hangi kindar duyabilir? Ya sabahın seherinde alabora olan sandaldan kıyıya vuran bebek yüzüstü yatarken hangi kin bunu umursar? Ya Filistin’deki annenin feryadını kin duyabilir mi? Ceylan ağıtı, bebek ağıtı, anne ağıtı… Kinin ağıtı yoktur. Ceylan ağıtı, bebek ağıtı, anne ağıtı yaman üçleme…

Kin sağırdır, duymaz. Merhamet de yanar.

Aklın ve vicdanın olmadığı her şey insanı yorar. Hele kin, hele tetikçi ve hele efendisi… Aklın olmadığı murdar üçleme…

Cennet de yanar.

Amma velâkin… He söyle de söyle…

1 Comment

Yorumlar kapatıldı.