Anatomi Dersi / Ayşegül Devecioğlu

Anatomi Dersi

Ayşegül Devecioğlu’nun Anatomi Dersi adlı öykü kitabı Nisan 2022’de Metis Yayınları tarafından yayımlanmış. 2023 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanan Anatomi Dersi’nin künyesinde bir editör bilgisi yok. Kapak tasarımı Emine Bora’ya ait.

Kapaktaki kediye çok benzeyen bir kara kedim olduğundan mıdır bilemiyorum Anatomi Dersi öyküsünden esinlenen kapağı ben beğendim. 93 sayfalık kitap altı öyküden oluşuyor. Öyküler birbirinden bağımsız olsalar da kitabın başında yer alan ilk üç öykü, sonraki üç öyküden farklı bir havaya sahip.

Anatomi Dersi
Kitabın ilk öyküsü kitapla aynı adı taşıyor: Anatomi Dersi. İlk cümlesinden sonuna kadar oya gibi işlenmiş, bana sorarsanız kitabın en güzel öyküsü. Anatomi Dersi’nde günümüzün en önemli sorunlarından birisine, cinselliği duygusuz bir alışveriş haline dönüştüren kadın-erkek ilişkilerine kadının gözüyle bakıyor Ayşegül Devecioğlu. Kedinin ve kadının ortak yazgısı, kadın ve coğrafya öğretmeninin dayanışması okurun gözüne sokulmadan öylesine güzel kurgulanmış ki öykünün ritmi hiç aksamıyor.

Sokaktan arada bir eve alınan pasaklı bir kedi salona giremezken yatağa girip kokusunu bırakabiliyor. Genelde tersi olmaz mı? Benim bildiğim yatağa sokulmaz da salonda gezinmesine izin verilir sokak kedilerinin. Sanırım sokak kedisinin yatakta bıraktığı koku ile yatağın herkesin gelip geçebileceği bir yer olarak tanımlanabilmesi için yazar böylesini uygun görmüş. Kadın kedinin salona neden gelmediğini sorunca adam “Çünkü gelmemesi gerektiğini biliyor.” yanıtını veriyor. Peki, bunu yazdıktan sonra “kedi sözleşmenin ayırdındaydı; fazladan bir sevgi isteğinin, ilişkiyi yörüngesinden çıkaracak bir adımın, hepten kapı dışarı edilmesi anlamına geleceğini biliyordu.” yazmaya gerek var mı? Keşke bu kadarı da okura kalsaydı. Hatta öyküdeki ara başlıklar bile olmayabilirmiş.

Öyküde geçen “zır manyak” sözcüğünün anlamını zırdeli ya da zırcahilden hemen anlıyoruz. Başka bir öyküde ise “zır âşık” diye geçiyor. Bunlar bileşik yazılsa daha iyi olmaz mıydı?

Anatomi Dersi, tüm sadeliğiyle insanın içine işliyor. Ayşegül Devecioğlu’nun ayrıntılara gösterdiği özen çarpıcı.

Emma Ceviz Ağacında
Emma Ceviz Ağacında kadın-erkek ilişkilerine kadının açısından bakan kitabın ikinci öyküsü. Emma (Sema), Fi (Figen) ve Ni (Nigâr), aynı evde yaşayan kız kardeşler. Fi ve Ni boşanmış, Emma ise evlenmemiş. Çocuklar ve teyzelerle dolu büyükçe bir ev. Öykünün odağında Emma var. Yazar olmayı kafasına koymuş, bu yaşına kadar henüz gerçek bir aşk yaşamamış, sıkıştığında ceviz ağacına koşan Emma. Fi’nin kocası Bülent henüz Fi’yle evliyken Emma’ya birkaç kez ilan-ı aşk etmiş ama Emma bunu Fi’ye söylemeyi uygun bulmamış. Bülent boşandıktan sonra da Emma’nın peşini bırakmıyor ve bir süre sonra da bir enişte baldız yakınlaşması ortaya çıkıyor. Ancak Bülent bu buluşmaların sonrasında gidip Fi’ye olanları anlatıyor, kardeşine âşık olduğunu sandığını ama sonradan gerçek aşkının Fi olduğunu anladığını söylüyor ve ikisi yeniden bir araya gelmeye karar veriyorlar. Emma bir kez daha kırılıyor. Yeniden ceviz ağacına sığınıyor.

Ayrıntıları çok güzel işlenmiş, Emma’nın ruh hâlini çok güzel yansıtan bir öykü Emma Ceviz Ağacında.

Türkiye’de yaşayan bir yazarın olaylara kadınların, emekçilerin, hayvanların açısından bakması doğal. Hatta, önceliği bu değilse belki bir yazar sadece bu yüzden bile eleştirilebilir. Ancak yazarın kendi kurgusu içinde bile insan bazı soruları sormadan edemiyor. Kitabın sonunda kadın kahramanı “Tüm erkekler böyle mi?”, “O zaman topunuzun Allah belasını versin!” diyor. (Kitabın son öyküsünde de erkekler için “Allah hepsinin belasını versin.” denilen bir yer var.)

Biz de yazara uyup “Allah Bülent’in bin türlü belasını versin” dedikten sonra bir de öyküye Bülent’in gözünden bakalım. Bülent evliyken eşinin kardeşine âşık olmuş. Bunu Emma’ya söylemiş, sonra da eşinden boşanmış. Özgür bir Bülent olarak eski baldızını evine davet etmiş. Emma ile birlikte olduktan sonra ona âşık olmadığını fark edip eski karısına durumu anlatarak barışmak istediğini söylemiş. Görüldüğü gibi Bülent özünde dürüst bir adam. Başkasına âşık olunca boşanıyor, âşık olmadığını fark edince durumu yeniden anlatıp özür diliyor. Yani Bülent’e mükemmel bir eş diyemeyiz belki, ama üçkâğıtçı da değil. Peki ya Fi ile Emma’ya ne demeli? Öyküye göre Emma, romanındaki aşk hikâyesini daha iyi yazabilmek için enişteyle birlikte oluyor. Bunu mahkemede söylerseniz hâkim size “Yavrum eniştenden başka erkek yok muydu dünyada?” diye sorar. Bu gerekçe namus değil de dürüstlük açısından pek ahlaki değil. Fi’nin de olanı biteni hemencecik sineye çekivermesi pek erdemli bir davranış sayılamaz. Bu öyküdeki karakterler açısından bakınca, -aslında kendisine çok ısınamasam da- ben bir erkek olarak oyumu Bülent’ten yana kullanıyorum. Arkasından bela okunsa da en azından yüreğinin sesine sırtını dönmedi, yalan söylemedi. Sema’nın Emma, Figen’in Fi olduğu bir öyküde o da bir Bülü olabilirdi.

Siyah Moli
Kitabın üçüncü öyküsü Siyah Moli. Güzel bir aşk hikâyesi. Aslında tam olarak bir aşk hikâyesi demek de zor çünkü kadın bu ilişkinin beden olarak içinde olsa da ruh olarak dışında. Bir gözlemci gibi kendi ilişkisinin dışındaymış izlenimi veriyor okura. Kadın, dünyadaki acıları öylesine içselleştirmiş ki yüreğinde başka bir yer kalmamış gibi. Bu durum özellikle kadın hakları veya iklim değişikliği aktivistleri gibi sonuç alması zor mücadelelerde çok yaşanılan bir durum. Çabalarınız büyük bir değişim yaratmıyor ve sürekli kötü haberlere maruz kalıyorsunuz. Bir eylemcinin “Eğer yaşamınıza devam etmek istiyorsanız, kendinizi çaresiz hissettiğinizde bir süreliğine de olsa bu işlerden uzak kalıp sonra yeniden kaldığınız yerden başlayın” gibi bir önerisini anımsıyorum. Bu “değiştirememe” duygusunun insana ne kadar kötü hissettirdiğini ben de biliyorum. Neyse biz öykümüze dönelim, Siyah Moli ayrıntıların çok iyi düşünüldüğü, finaliyle biraz şaşırtan bir öykü.

Yanlış saymadıysam “Dünyada her altı saniyede bir futbol sahası büyüklüğünde orman yok oluyor.” cümlesi öyküde dört kez geçiyor. Bu alan ölçüsü yazara ait değil, iklim değişikliğiyle ilgiliyseniz buna benzer bir cümleyi daha önceden duymuşsunuzdur. Benim anlamadığım ormanların neden “futbol sahası” ile ölçüldüğü. Bu ölçü birimini duydukça “Hay sizin futbolunuz batsın, bulaşmadığınız bir burası kaldıydı” demek geliyor içimden. Belki de iklim uzmanları futbolla ilgilenenlerin ilgisini çekebilmek için bu tanımlamayı kullanıyor olabilir kim bilir.

Baş Daima Dik Olmalı
Baş Daima Dik Olmalı tuhaf bir kadın cinayetinin öyküsü. Diyalogları ve gerilimiyle dikkat çeken, finali ile şaşırtan bir öykü. Yazar zoru başarmış, Türkiye gibi kadın cinayetlerinin sıradanlaştığı bir ülkede “bundan ötürü cinayet işlenmez” denecek bir kurgu yaratabilmiş. Sokaktan geçen tanımadığı bir kadını öldürmek için bile bahaneler bulunabilen bir ülkede yazarın cinayet için bulduğu bahane bana “inandırıcı” gelmedi. Hem de adam “canım öyle istedi, öldürdüm” dese bile inanacak bir haldeyken.

Hayalleri Yıkma Vakfı
Hayalleri Yıkma Vakfı, biraz Aziz Nesin havası sezilen mizahi bir öykü. Bu kitaptaki ilk üç öykü ile son üç öykü, başka yazarın elinden çıkmış gibi. Ya da aynı yazarın farklı dönemlerine ait kitaplarından derlenmiş gibi. Yalnızca konu olarak değil, kurgu ve dil de farklı. Elbette bir yazar hem duygusal hem mizah hem de bilimkurgu metinler yazabilir ancak gene de ortak bir dili, benzer havası vardır ki siz hemen yazarını tanırsınız. Bu kitaptaki öyküler için bunu söylemek güç. Baştaki öyküler ile sondakiler aynı elden çıkmış gibi değil.

Hayalleri Yıkma Vakfı biraz eskide kalmış bir mizah anlayışının ürünü. Yinelenen olaylar, zorlama diyaloglar ve sıradan bir final.

Yakın Gelecekte Edebiyat
Yakın Gelecekte Edebiyat, edebiyatın geleceği üzerine bir öykü. Yapay zekâ, interaktif roman yazımı, simülasyon gibi kavramlar içinde konu teknolojik gelişmelerden biraz bilimkurguya doğru kayıyor. Yazar “yapay sinir ağları”, “nörobilgisayarlar”, “deep fake” gibi terimler üzerinden bir anlam kargaşası yaratıyor. Teknoloji konularında, yeterince bilgi sahibi olmayan kişilerin bu tür terimleri daha fazla kullandıklarına tanık olmuşsunuzdur. Ben de bu öyküde bu kanıya kapıldım. Yapay zekâ ile roman yazmak, gelişen baskı teknolojilerinin edebiyat üzerine etkileri, yenilikçi okuma aygıtları gibi gerçekçi tartışmalar yerine yazarın romanda kendi yarattığı bir simülasyon ortamına (yazar buna “simüldünya” diyor) girip çıkamamasını konu alan absürt bir öykü. Ben pek ısınamasam da bazı okurların beğenebileceği deneysel bir metin.

Kitapla ilgili aldığım notlar:

  • “Bu sorunun yanıtını bilmiyordu ama derinlerde bir yerde kalbi, adamın onu aramayacağı bilgisiyle yanıp kavrulurken, bilmenin bedelini ödeyemezdi.” (Sayfa 14): Burada aslında sorunun yanıtını biliyor da bilmiyor gibi bir durum var ancak “bu sorunun yanıtını bilmiyordu” dedikten sonra “onu aramayacağı bilgisi” dediğinizde cümle anlam açısından biraz sallanıyor. Bilgisi yerine “düşüncesi”, “ihtimali”, “şüphesi” gibi iki olasılıklı bir sözcük seçilse daha uygun olabilirdi.
  • “Arda, kabakulak çıkardığı için okula gitmemişti.” (Sayfa 21): Çıkarmak sözcüğü suçiçeği, kızamık gibi deride bir döküntü veya kızarıklık gibi gözle görülebilen bir belirtiye neden olan hastalıklar için daha uygun. “Kabakulak çıkarmak” kulağa ters geliyor.
  • “Günün sonunda adam kıymete binerken…” (Sayfa 25): “Günün sonunda” Türkçe bir deyim değil. Plaza İngilizcesi sevenlerin sürekli kullandığı devşirme bir söz. “Günün sonunda” yerine “nihayet”, “en sonunda” gibi pek çok seçenek var.
  • “Söyledikleriniz ipe sapa gelmiyor” (Sayfa 28): “İpe sapa gelmez şeyler söylüyorsunuz.” olsa daha iyi değil mi?
  • “Önerilerini yazıyor, uygulanıyor, kendisini eğer bu değişiklikleri beğenmezse yine okurla tartışarak siliyordu.” (Sayfa 87): Sanırım “kendisini” yerine “kendisi” olacak.

Ayşegül Devecioğlu’nun öyküsündeki kadınlar kanlı canlı, yaşayan karakterler. Onları hem duygusal hem düşünsel olarak algılayabiliyor daha da önemlisi hissedebiliyoruz. Bu çok boyutlu kadın karakterlere karşı erkekler sığ, tek yönlü ve pek işlenmemiş. Elbette bu bir eksik değil, bir tercih. Ancak özellikle duygusal bir ilişki söz konusu olduğunda okur diğer bakış açısını da gözünde canlandırmak istiyor.

Arada erkeklere saydırıyor olsa da kendi sesimiz gibi Ayşegül Devecioğlu’nun sesi: İçten, duyarlı, sevecen. Güzel bir öykü kitabı arayanlara öneririm. Günümüzün duygudan yoksun ilişkilerinin böylesine incelikle eleştirildiği başka bir örnek var mı bilmiyorum. Ben okumadım.

Burak Kaya hakkında 140 makale
Müzisyen, yazar.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.