Yok’un türküsü olur, var’ın değil. Yoksulun türküsü olur da zenginin yoktur mesela. Sevenin olur da sevmeyi bilmeyenin türküsü olmaz. Mutsuzun türküsü çoktur? Mutlunun mu? Cık!
“İki Dağın Arasında Kalmışım” türküsünün farklı sözleri var. Hikâye bu iki farklı sözlerden oluşuyor. İki farklı söz de olsa, iki farklı hikâye de olsa “iki dağın arasında kalmışlık” her şeyi özetliyor. Farklı hikâyeler birleşiyor aynı yerde. Acıda buluşuyor her iki söz de. Ortak nokta iki dağın arasında kalmak… Çaresizliği nasıl da belirgin kılıyor iki dağın arasında kalmak…
Osman’ın gönlü güzel bir kıza düşer. Urfalı Osman; efendi, dürüst, dik duran bir genç! Gelgelelim kızın babası dünürcüleri de Osman’ı da reddeder. Osman da sevdiği kızı kaçırır ama yakalanırlar. Osman’ı hançerledikten sonra çekip gider kız tarafı.
Genç kız mı? Onu götürürler. O bir servet. O alınıp satılan bir nesne. Onun duyguları yok(!)
İşte bu ağıt çıkar sonra. Yakalanıp zengin birine verilecek genç kadının ağzından, kendine ve Osman’a ağıt… Mıraz alamamış tüm kadınların ağıtıdır aslında bu türkü. Sevdiğine kavuşamayanların, mırazı yarı kalan ya da hiç olmayan kadınların…
“İki dağın arasında kalmışam
Bülbül gibi daldan dala konmuşam,
Ne gün görüp ne mıraz almışam.”
Zulüm budur işte. Kadın da sevdiği de iki dağın arasındadır artık. Bülbül gibi daldan dala konma zamanı… Bir o dal bir bu dal… Ama gül yok, dalda gül yok! Bülbül harda, bülbül leblebi büyüklüğündeki yüreğiyle ateşlerde… Arar, daldan dala konar, bulacakmış gibi bir oraya bir buraya…
Bu türkü, Osman’ın sevdiği kızın türküsü… Ağıt… Mırazını alamayan kızın türküsü… Gönül üzgünlüğünün hikâyesi…
Zaman artık iki dağın arasında kalma zamanı… Zaman dağ altında kalma zamanı. Acının, şivanın, çaresizliğin iki dağın arasında kalmasıyla somutlanan türkü…
Genç kız, derdini annesine, sığınacağı kadına anlatır. “Ana beni bu zalimler vurdular.” der. Der de kadın’ın söz söyleme hakkı yok ki… Anne ancak gözyaşı akıtır kızının acısına, ancak ”Anan öle.” der.
Osman mı? O iki dağın arasında değil; o, iki dağın altında… O hançer yarasıyla dağların altında…
“Mezar arasında harman olur mu?
Kama yarasına derman olur mu oy olur mu oy
Osman’ı vuran da derman olur mu?”
Zaman vebalı, zaman kir pas içinde ve zaman ağılı… S.Signoret, ” Özlemin Eski Tadı Yok” demişti. Öyle işte…Sevmenin de eski tadı yok! Derin sevdalarda yok edilen bireylerden sığ sularda bile aşk acısı çekemeyen bireylerin zamanı… Oysa sorgulanmayan aşk, aşk değildir.
Kimsenin kimseye gül bahçesi vadetmediği inceliksiz bir zaman… Birinde gönül, diğerinde hançer yarası… Oysa Osman sadece sevmedi, gül bahçesi de verecekti sevdiği kıza. Gülleri yaktılar.
Hani, Köroğlu, ”Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu” der ya. Öyle işte… Alıp satılan mal gibi görülünce aşk da bozuldu. Ne bülbül eski bülbül ne gül eski gül! Ne gülde koku ne de bülbülde avaz.
“Bazı türkülerin hüznünde, yaratıldıkları toprağı ve zamanı aşan bir zarafet vardır.” der M.Mungan.
“İki Dağın Arasında Kalmışım” da böyle bir türkü… Zarafet ve hüzün yan yana! Bir de hançer yarası…
Amma velakin… Ezcümle ha söyle de söyle!
Not: Kaynak kişi olarak S.Sabri Kürkçüoğlu’nun derlediği sözler esas alınmıştır.
Be the first to comment