“Babam katil olmasaydı ben doğmayacaktım.” cümlesiyle başlayan romanda Hakan Günday; dünyanın dört bir yanında görülen göçü, insan kaçakçılığını ve Gaza adlı çocuğu anlatıyor. Bu konuda yazılmış başka da roman yok sanırım. Konusu, insanlığın evrensel yolculuğuna tanıklık eden her roman gibi bu roman da okuyucuyu hemen kendine bağlıyor. Roman; saflığı yani çocukların günaha bulaşmasını, o “Öldürmeyeceksin” evrensel düsturun nasıl da yok edildiğini, daha doğrusu iyiliğin ölümünü de işliyor. Günday; göç ve insan kaçakçılığında yani çirkinliklerde asıl korkutucu olanın çocukların ya da iyilerin canavara dönüşmesini, kötüye dönüşümünü çok iyi vermiş. Bir vicdan azabının romanı da denir “Daha”ya. Gaza’nın azabı… Bu vicdan azabına gidilen yolda dikkat çeken şey de Gaza’nın değişimi değil, bu değişimlerin çok hızlı olması… Gittiği yerin dilini kısa sürede öğrenmesi Battal Gazi’nin her dili bilir olmasına eş değerde neredeyse. Bu değişimlerin hızı, romana olan inandırıcılığı sarsıyor. Romanın akışına kapılmadan okuyan okuyucuların dikkatini çekmiş olmalı Gaza’daki değişimlerin hızı.
Hakan Günday, Daha, Doğan Yayınları, İstanbul, 2013.
“Huzur” romanı dört bölümden oluşur, bunlar da roman kahramanlarının adlarıdır. “Daha” da Rönesans resminde görülen dört tekniğin her biri, romanın bölümlerini oluşturuyor: Sfumato, cangiante, chiaroscuro, unione. Bu teknik kavramlar, anlatılmak istenenle bire bir örtüşemediği için belirsiz kalmış ya da romana bir şey katmıyor. “Huzur” ağır bir romandır ama üslubun şiirselliği sayesinde tat alınarak okunur.
Bir başka yenilik de Gaza ile Felat’ın aynı sayfanın ikiye bölünerek bir yarısında Gaza’nın, diğer yarısında da Felat’ın konuşturulması… Bu yenilik de romana bir şey katmıyor. Yama gibi duruyor.
“Babam katil olmasaydı ben doğmayacaktım.” cümlesiyle başlayan roman; öz olarak insan ticareti ve umut ticareti üzerine kurulu. Kaçaklar bir yere tıkılıyor ve bunlardan bir kısmı bu tıkılmaya karşı, bir kısmı da kaçakçıya biat ediyor. Kendi içlerinde anlaşmazlıklar oluyor. Bir anlamda, gücün kendisinde olduğunu anlayan kaçakçının bir zorbaya, bir canavara nasıl dönüştüğünün de resmidir roman. Artık, kaçakçı, egemen güçtür ve bu gücün de temsilcisidir. Bir yerde sosyal deneydir gözler önüne serilen.
Romanı roman yapan nedir ya da roman neyin iz düşümüdür? “Ne, nasıl anlatılır?” sorusuyla yüzleşmeden bu soruya yanıt vermek zor. Öz, ne kadar değerli olursa olsun uygun bir üslupla örtüştürmedikten sonra roman oluşmaz. Özenilmemiş bir üslup romanın celladıdır. Çok iyi bir üslup da insanın hikâyesinden uzak bir yazıyı roman yapmaz. Biri, diğerini aştığı an romanın tadı da kaçar. Son yıllarda, konu bulan herkes, anlatımı düşünmeden roman yazıyor.
“Daha” da böyle, üslubun önemsenmediği romana dönüşmüş. Çoğu sayfada (örneğin sayfa 308 ve 340) anlatım, şaşırtacak denli, yavan, kuru… Romanda üslup zenginliği yok. Türkçenin ayrıntılardaki zenginliği de yok.
“Tutankamon’dan tek farkım o aptal makyajı yapmıyor olmamdı.” cümlesi örneğin… ‘Aptal’ sözcüğü burada kullanılmaz. ‘Aptal’ ya zekâ azlığından dolayı düşünemeyen, davranamayan insanlar için ya da kimi insanları ‘azarlama, küçümseme’ için kullanılır. Böyle olunca üslup da yeni yetme dili oluyor.
189. sayfadaki cümle de zorlama: “Önce yüzüm uyandı!” Bu da ne demek şimdi?
189.sayfada “Ve sarsıla sarsıla açıldı gözlerim.” de bir zorlama bir cümle. İnsan sarsıla sarsıla ağlar ama göz kapakları sarsılarak açılmaz. Bu arada ‘göz kapağı’ birleşik yazılmaz.
306. sayfada “Kalabalığın içine bir yumruk gibi girdim. Kimseye değmemek için boşluğa savrulan bir yumruk gibi..” cümleleri var. Mantık hatası var burada. Kalabalığa yumruk gibi giriyorsun ve boşluğa savrulan yumruk diyorsun ardından. Çelişki de burada. Kalabalık bir boşluk değildir ki. Kalabalığa bir yumruk gibi girmişsen yumruk da en az birkaç kişiye de değecektir. Ardından da “Boşluğa savrulan bir yumruk gibi…” ifadesi… Hem kalabalık hem boşluk… Olmamış.
311. sayfa… “Gelecekler ve beni parçalayacaklardı. Sadece bir zaman meselesiydi.” denmez. “Gelmeleri sadece an meselesiydi.” denir.
Türkçenin inceliklerinden yoksun yazılar, okuyucuları, özellikle de öğrencileri etkilemektedir. “Daha” noktalama yanlışlıklarıyla dolu. Ayrıca yazım yanlışlıkları da göze çarpıyor. Hangi birini yazayım canım efendim?
İşin özü iyi bir konu heba olmuş.
Be the first to comment