Meşeler Gövermiş Varsın Göversin

Meşeler Gövermiş Varsın Göversin

Türküler; bir hesap, bir çıkar uğruna oluşturulmaz. Hesap kitap işi türkünün doğasına aykırı… O, gerçeğin yansımasıdır. İnsan, türküye yaşadığını aktarır zaten, olmayanı değil. Bu nedenle de özünde insan vardır, insana dair acılar vardır. İnsan neyi beslerse türkü de onu doğurur.

Anadolu coğrafyasında yalanlar meşrulaştırılıp insanların birbirlerine, kendilerine, değerlerine yabancılaştırılmasıyla türkülerin sesi de bastırılmış oldu. Gerçeğin yaşatılmadığı yerde elbette ki türkü de yaşayamazdı. Yaşasa da duygusu insana ulaşamayacaktı.

“Meşeler Gövermiş” türküsü içten sözlerle yüklü… Sitem var, kırgınlık var, yenilgi var, doğru var, gerçek var. Bir de zıkkım olası çaresizlik var ama içinde asla yalan yok.

Meşeler gövermiş varsın göversin
Söyleyin huysuza durmasın gelsin
Varmasın kötüye asılsın ölsün
Köt’adamın var ömrünü yok eder

Sevgilisinden ayrıdır genç adam… Sevdiği kadına duyduğu güveni, beslediği aşkı meşenin sağlamlığıyla özdeşleştirmiştir. Sevdiği yakınındadır, hemen ötesinde… Ama kimi yakınlıklar daha da uzaktır. Hele seven yoksulsa, hele ki çaresize… Elini attığında tutamadığın her yakınlık Fizan’dır artık.

Sevilen vazgeçmişse ya da vazgeçirilmişse artık meşeler gövermiş, gövermemiş ne fark eder ki? O ki insanın dayandığı dallar, duvarlar yıkılmıştır. Meşeler göverse ilkyaz yeşile dursa ne olacak? O ki genç adamın yeşili kurumuştur, o ki ilkyazı kavrulmuştur. Meşe gövermiş, meşe çürümüş ne gam!

Âşık, sevgili için hep çabalar, uğraşır. Yakınları aracılığıyla sevgiliye “Varmasın kötüye, kötü adama varacağına asılsın ölsün. Kötü insan, gülbahar ayını zemheriye çevirir, kötü değer bilmez.” diye haber gönderir. Haber gider de haber gelmez işte. Kahreden de budur. Bekle ha bekle. Oysa sevgili bir gelse durmayıp bir gelse… Ama gelemez ki…

Ben bilemedim yaylaların yolunu,
Saçın uzun bağlasınlar kolumu.
Eğer anan seni bana vermezse,
Yemin ettim keseceğim yolunu.

Genç adamın tehditleri bile çocuk saflığında. Annen seni bana vermezse yemin ettim keseceğim yolunu, der. Tehdidi de bu. Anadolu âşıklarının çoğu böyle… Ya çok temiz, çok saf ya da çok yiğit… Ama çok masum…

Türküdeki genç adam tertemiz, çocuk yanı olan bir yiğit… Zorba değil, çaresiz. Sadece varlığı yok, hanları hamamları yok. Varı var değil, varı mal değil, onun varı bir tek gönlü… Gönlü zengin… Gönlü zengin de gönül para etmiyor işte.

Karaser Deresi bükülür gider,
Zülüfler gerdana dökülür gider.
Bir yiğit de sevdiğini almazsa,
O yiğidin ömrü sökülüp gider.

Sevgilin zülüfleri, tıpkı Karaser Deresi gibi kıvrım kıvrım uzanıp gitmekte… O zülüfler ki âşığı nelere davet etmiştir? Ne düşler kurmuştur meşe gibi sağlam gönlünde. Ama düşleri gerçekleşmeyecek artık, bunu sezmiştir. Sevgili kendine yar olmayacaktır. Yiğit adam bilmez mi, seven anlamaz mı? Bilir. Bilir ki türkü yakar.

Karaser Deresi, kıvrım kıvrıp akıp giderken genç adamın acısını da alıp gideydin keşke. Bir yiğidi tek başına bırakıp gitmek hiç yakışmadı sana. Dere dediğin, derdi de alıp gider. Sen Karaser Deresi ne yaptın böyle?

Yiğit adamın ömrü de derler gibidir. Sevdiğine kavuşamayan ömür de kıvrılarak akıp gider. Ayakta ölür o ömür. Meşeler de ayakta ölmez mi zaten? Umut, yok olmaya görsün yeter ki… İlkyazlar, kavrulmaya görsün bir kez. Meşeler de kurur, yeşil de kavrulur.

Freud, kızı Anna’ya mektubunda der ki:
– Sevgili Anna, en güvendiğin insanlardan kötülük görüp üzülmen güçsüz biri olduğun anlamına gelmez. Fizik kurallarına göre, sırtını dayadığın nesne birdenbire giderse sen de o yöne doğru devrilirsin. Yani bunun güçsüzlükle bir ilgisi yok.

Genç adam, devrildiğin için kırılma. Bunun güçsüzlükle bir ilgisi yok. Suç, sende değil, suç güvendiğin meşede. Meşeler göveriyorsa bu senin gücündendir. Sen, sevdiğin için meşeler göverir.

Bir de Anna’yı düşün genç adam, düşüp de kalkan Anna’yı düşün. Anna düşüp kalktı, sen de kalk, sen de yürü. Bak vefasız Karaser deresi akar gider.

Karlı dağların başında çığlıklar içindesin, bilirim. Karlı dağların başında yanıyorsun. Soğuk yakar mı, deme. Soğuk daha çok yakar.

Vietnam’da da gençler vardı. Filistin’de de Irak’ta da… O gençleri, uygarlığı getireceğiz yalanıyla yaktılar. Onları düşün genç adam, bir de onları düşün.

Lorca’yı düşün mesela, 38 yaşında öldürülen Lorca’yı… Çingene kadınların omuzlarında yalnızlığı dillendiren “solea” diye bilinen şarkılar eşliğinde bilinmeyen bir yere gömülen Lorca’yı düşün.

Çığlıkların adresi ya çok ya yok. Çığlık, mazlumun olduğu her yerdir. Bir de bunları düşün genç adam, bir de bunları düşün. Senin çığlığın sana yamandır ama ya diğer çığlıklar? Bir de Lorca’nın çığlığını düşün, düşüp de kalkan Anna’yı düşün.

Genç adam kıvrılarak akan Karaser Deresi değilsin sen. Kendini akıntılara bırakma. Bırak meşeler varsın göversin. Bırak Karaser deresi aksın gitsin. Bak, türkülerin sesi çıkmaz oldu. Yalan ve yabancılaşama meşrulaştırıldıkça türküler de kayboluyor genç adam. Sen türküleri geri getir. Sen türkü söyle, sen bize türkülerini söyle.

Amma velakin… Ezcümle ha söyle de söyle!

2 Comments

  1. Ezcümle acıların da yasaları vardır. Türküler yüreğe işleyince anlaşılıverirler.
    Değil mi?

Comments are closed.