“Camiye dolar bağışlarsam dolar arttıkça sevabım artar mı?” diye bir soru yöneltir gencin biri. Bu soru ya da buna benzer sorular…
İnsan, 1500 yıllık geçmişi olan dinini hâlâ öğrenememişse ve bu soruyu sorabiliyorsa öğreneceği bir şey de yoktur artık. Bunca geçmişten öğrendiğimiz şey, bir şey öğrenememek olmalı.
Soru sormak kültürü yaratamamışız demek ki? Sormak bilgeliğin ta kendisidir oysa. Her kötülüğün başı: okumamak, öğrenmemek, düşünmemek, sormamak… Yazık!
Şimdi N.Mahfouz “Bir insanın zeki olup olmadığını yanıtlarından, onun bilge olup olmadığını ise sorularından anlayabilirsiniz.” derken haksız mı?
İnsan doğruya değil, kendi çıkarı doğrultusunda uydurduğuna inanıyorsa ve bu da doğrunun yerini alıyorsa elbette sorup sorgulayamaz. Daha doğrusu yalanla, yanlışla yaşayan bir toplum soramaz. Soru soramayacağı için de birilerinin aklıyla hareket eder, birileri de ona akıl verir. Başkasının aklıyla yaşamaksa sürü, biat kültürüdür. İnsanda hiç mi isyan hafızası, hiç mi kültür hafızası olmaz? Toplumsal hafıza hiç mi uyanmaz? Hiç mi?
Sadece cennetle cehennem arasında bir yolda yaşamak, soru sormayı unutturur. Oysa cennetle cehennem arasındaki yolda hayat da vardır; o yolda insan da çiçek de aşk da vardır. Onları da görmek gerekir. Yıldızları görmek, yıldızlara da bakmak gerekir.
Değil mi Necatigil?
Başka bir deyişle cennete gitmenin bir yolu da doğru soru sormak değil midir ya da doğru soru sormak bir cennet değil midir?
Şimdi S.I.Gabirol “Akıllı bir kişinin soruları, yanıtların yarısını içerir” derken haksız mı?
İnsan, o 1500 yıllık dininin tarihinden hiç mi bir şey öğrenmemiştir? Bu nasıl hafıza kaybıdır ki böylesine bir kopuş yaşanır ve geçmiş hakkında doğru bir soru sorulmaz? Bunca uzun zaman anlaşılmamış, bunca uzun geçmiş içselleştirilmemişse bu tür soruların da sorulması normalleşir.
Şimdi, B.Disraeli “Cahil asla soru üretemez” derken haksız mı?
Sığ sorularla kültür üretilmez, demokrasi gelişmez. Kültür de demokrasi de üretimin sonucudur. Bu iki kavram da üretimin olmadığı yerde yaşamaz. Doğru soru yoksa kültür de demokrasi de yoktur. Oysa insan, salt gününün değil, geçmişinin de parçasıdır. İnsan; kültürüne, geçmişine nasıl ihanet eder peki?
Şimdi, Kafka “Kişi, sorabilmek için okumalıdır” derken Samuelson da “İyi sorular, kolay cevaplardan üstündür” derken haksızlar mı? Soru yeni kapılar açmalı, yeni kapılar aralamalı. İyi soru bunu yapar.
1500 yıllık geçmişi olan din, ‘İkra’ ile başlayan bir din… Okumayı buyuran bir din… Çok okumayı… Soramayan elbette gelişmez, sormayan elbette ezber bozamaz. Ama sorulara bakınca donup kalıyorsunuz. 1500 yıl, hiç mi bir şey öğretmedi, hiç mi düşünmenin güzelliğini, sağduyulu olmanın değerini vurgulamadı?
Peki, şimdi Yunus Emre kalkıp “Bu nasıl okumaktır?” derse haksız mı?
Değil.
Amma velâkin… Ha söyle de söyle!