İskenderle Ayran Olmaz, Balıkla Bira Gitmez

Garsonlardan söz ediyorum, daha yürüyüşünden tanırsınız onları. Sipariş almaya gelirken bile buyurgan bir tavırları vardır, böyle dinlemeye değil de anlatmaya gelmiş gibi. Siz daha sormadan saymaya başlarlar:

– Ben size güzelinden, şöyle birer buçuk kaşarlı köfte yaptırayım.
– Başka ne var?
– Pide çeşitleri var, ciğer var ama öğlen için ağır olur biraz. Köftenin sadesi desem, kaşarlısı çok daha güzel. Ben size kaşarlı köfte yaptırayım. Yedikten sonra bana teşekkür edeceksiniz.

Sanırsın ki işletme, kaşarını bu garsonun eniştesinden alıyor. Sen söyle köfte çeşitlerini, ben istersem kaşarlı yerim, istersem kaşarsız yerim. “Her Yemeğin İçine Kaşar Koyma Derneği” kursam iki günde milyon tane üyesi olur, yemin ederim. Hadi kaşarından geçtim, hangi yemeği nasıl yemen gerektiğine bile karışıyor bu adamlar:

– Bizde çatal yok efendim, bu pide elle yenir. Çatalda aynı lezzeti alamazsınız.
– Yok ben çatalı yemeyeceğim zaten, sonuçta yine sizin pideyi yiyeceğim de ağzıma götürmek için şey etmiştim.
– Maalesef şu şekilde elle yemeniz gerekiyor.
– Öyle yiyemem ki, ben solağım. Bu şekilde sol elle yesem olur mu acaba?
– Bir işletme müdürümüze sorayım, hemen geliyorum efendim.

Bu garsonlar, gazetedeki editörlere benzer, en büyük hobileri yanlış verilen siparişleri düzeltmektir. Onların inancına göre, yemekle içecek arasında mutlak bir uyum olması gerekir.

– Bir iskender, bir ayran lütfen.
– İskenderde zaten yoğurt var.
– Biliyorum.
– Ayranda da yoğurt var, ben kola vereyim daha iyi gider iskenderle.

Hıyara bak, sanki iskenderin yoğurduyla ayrandaki yoğurt masada birlik olup çatışma çıkaracak. İstersem vişne reçelinin yanında vişne suyu bile içerim, istersem haydariyle yoğurtlu semizotu yerim, sana ne lan benim zevkimden. Tamam, bazı tercihler bana da ters geliyor ama ukalalık etmeden önce bir düşünmek lazım. Bizim ülkemizdeki çocuklar, fast-food ile yoksulluk sarmalında, okul çıkışlarında genellikle patso (ekmek arası, bol mayonezli patates kızartması) ya da ketçaplı pirinç pilavı yiyor. Reklama itiraz etme, fast-food için ters konuşma ama git çocuklara ukalalık et. Çocuklar, inadına yiyin. Zevk sizin değil mi, ekmeğin arasına, hatta ketçabı kutusuyla koyup çatır çutur yiyin. Baklavanın üstüne yoğurt koyun, üstüne de ketçap sıkıp, bunların karşısında afiyetle götürün.

Hadi bunları geçtim, balık ekmek satan yerlerde ayran olmamasına ne demeli? Bu ikisinin bünyede zehir etkisi yaptığına inandığı için balığın yanında ayran satmıyor işletme sahipleri. Arkadaş ben istersem gidip marketten fare zehri bile alıp içebiliyorken sana mı kaldı, uyduruk iki bilgiyle balığın yanına ayranı yasaklamak. Bırak istediğimiz gibi zehirlenelim ya da taahhütname imzalat ‘işletmenin bir sorumluluğu yoktur diye. Ama yok, bunların derdi sağlık falan değil zaten. Bunların amacı çok bildiklerini gösteren bir edayla seni uyarıp, herkes için en doğru kararı vermek.

Bu tip garsonların bir özelliği de çok alıngan olmalarıdır. Eğer onun önerdiğini sipariş etmezsen bozulur, tersler, bir metre uzaktan masana sallar yemekleri. Ama kaşarlı köfte söylediysen, her şey değişir: espriler, iltifatlar, abiler, ablalar. Karar sizin: ya bağımsızlığınızı sürdürüp garsonla çekişeceksiniz ya da onun seçimlerine boyun eğeceksiniz. Tabii şunu da bilmek gerekir ki bir kere garsonun boyunduruğuna girdiniz mi, bir daha çıkamazsınız.

– Nasıldı kaşarlı köfte?
– Fena değil, teşekkür ederim.
– Bir yiyen pişman bir de yemeyen, derler bizim orada. Tatlı olarak ortaya karışık kabak ve ayva tatlısı yaptırıyorum.
– Yok ben sütlü bir şey yemek istiyorum.
– O zaman üstlerine kaymak attırayım.
– Sütlaç yok mu?
– Var ama bu mevsimde kabak yenir. Sen bana bırak, beğenmezsen parasını verme.

Meyhanedeyse, ne yazık ki işler çok daha karmaşık bir hal alır. Rakı sofrası, üzerine onlarca kitap yazılabilecek ancak çoğunluğu boş bilgilerden oluşur. Kimin uydurduğu belli olmayan, onlarca tutarsız kural. Ben ‘rakı sofrasında lavanta olmaz’ diyen adam biliyorum. Kokuları uymuyor diye, mis gibi lavantaları kaldırttı masadan, sonra da “varsa nergis getir” diye buyurdu, ekim ayında. Tabii sadece rakı içme uzmanları değil garsonlarımız da rakı sofrası konusunda çok hassastır:

– Kavun vereyim mi?
– Yok biz karpuz alalım.
– Rakıyla kavun olur ama.
– Ama ben karpuz seviyorum.
– O zaman kavunun yanına iki dilim de karpuz koyalım.

Herife bak, sanki babasının dükkanından emaneten eşya veriyor. Parasıyla değil mi, hesabı ben ödedikten sonra ister karpuz yerim, istersem kavun. Peynirin üstüne ister reçel sürerim, ister bal. İstersem zeytine lahana yaprağı sarar, üstüne de limon sıkar öyle yerim. Yemeğin doğrusu yanlışı mı olur arkadaş?

Bu garson tipinin bir de gurme bozuntusu sosyetik taklitleri vardır. Sofrada bir öğretmen edasıyla konuşmaya bayılırlar. Genellikle ağızlarında yemek yerken konuştuklarından, geviş getirmeye benzer böyle yanal hareketler de içeren tuhaf bir tarzları vardır. Aslında bilgileri sanıldığı kadar fazla değildir. Ne Foça’nın Yoğurtlu Kupes Balığından, ne de Orhan Veli’nin Mayonezli Levrek tarifinden haberleri vardır. Üç beş tane magazin ekinden öğrendikleri kuralları size satmaya, bunlara uymayınca da insanları eleştirmeye bayılırlar. Bunların kendi bildiklerinin dışındaki her zevk aşağı, her bilgi yanlış, her deneme gereksizdir. Bakın “Kırmızı şarapla siyah zeytin, beyazla yeşil zeytin gider” diyen adam gördüm. Ben uzman görüşüne göre yemek yemek zorunda mıyım? Ben sizin ne halt olduğunuzu bilmiyor muyum sanıyorsunuz, dünyaca ünlü şef, ‘Karnabaharlı Koç Yumurtası’ yapsa kıçınıza bile sokarsınız. Üzümlü Tavşandan, Vişneli Kaz Ciğerine kadar her türlü yeniliğe açıksınız da bir tek benim yoğurtlu balığım mı rahatsız ediyor sizi arkadaş?

Burak Kaya hakkında 127 makale
Müzisyen, yazar.