Ayakta Yolculuk

Ayakta Yolculuk

Bazı müzisyenler kulağa ters gelen notalar basar. Diğerleri ayakta çalarken onlar oturur. Gerçekten izleyen gözler onları bulur yine de. Elli kişilik bir orkestranın içinde, onların sesi ayrı bir yerde durur çünkü. Farklı ülkelerde, farklı müzikler yapsalar da duyarlar birbirlerini. Seslerin buluştuğu yerde tanışmışlardır. Konuşmadan anlaşırlar. Hepsi bir zamanlar şaşırtmışlardır dinleyenlerini, belki kendilerini bile…

– Ters oturdun miden bulanacak.

– Böylesi daha iyi. Ben gideceğim yeri değil, geride bıraktığım yeri seyretmeyi seviyorum.

– Bu huyunu değiştirsen iyi olur. Arkada kalanlar ölüler gibidir, üzüntü verir ancak insana.

– Arkada kalanlar gidenlerden önce ölecek, bunu herkes bilir.

Beşiktaş’tan Üsküdar’a gidiyoruz. Boğaz’ı geçerken motor aniden duruyor. Başımı kaldırınca fark ediyorum: Önümüzde büyük bir yük gemisi var. Onu bekleyeceğiz. Ekim sonu, güneşli, ancak serin bir hava var. Biz motorun açık olan üst bölümündeyiz. Üşüyoruz. “Alttakiler bizden çok yaşayacak” diyorum. Gülüyoruz.

Yanımızdaki gençlere ilişiyor gözüm. On dört, bilemedin on beş yaşındalar. Büyük bir keyifle sigaralarını tüttürüyorlar. Esrar içer gibi içiyorlar sigarayı. Açık hava da olsa, dumanlar üzerimizde geziniyor. Yanlarındaki yaşlı kadın rahatsız olup yüzünü buruşturuyor. Ancak, “Çocuklar, sigara sağlınıza zararlı” gibi bir şey söylese, bu sözün, onların sigaradan aldığı zevki artırmaktan başka bir işe yaramayacağını biliyor. Birinin üzerinde deri ceket var, gözleri denize dönük, güneşin altında sarıya dönüyor kısacık saçları. Daha az konuştuğundan daha çok bildiğini düşünüyorum. Yuvarlak yüzlü, esmer olanı ise sürekli bir şeyler anlatıp arada bir de sorular soruyor. Daha iyi duyabilmek için ayak ayak üstüne atıp, gövdemi arkaya atıyorum. Şimdi tam arkamdalar.

– Senin söylediğini yaptık, oğlum. Hani kaybedecek bir şeyim yoktu? Ya, başkalarına anlatırsa.

– Korkma, kimseye söylemez. Bak, işin doğrusunu söyleyeyim sana: kız isterse her bi sikim olur, istemezse de bir bok olmaz. Ben n’apayım, kız istememiş. Eğer seninle ilgili olarak, birisine bir şey anlatırsa, biz de bir yalan atar, adını çıkartırız onun.

– Yapar mıyız?

– Tabii yaparız oğlum. Kaybedecek neyimiz var ki?

Eskiden çok binerdim bu motorlara, Üsküdar’dan da minibüse binerdim. Evim on beş dakikaydı Üsküdar’a. Denizden uzaklaşırken, Çamlıca’ya doğru tırmanan yolu izlerdim. Konakların kadınları ile gecekonduların kadınları yan yana tırmanırlardı Çamlıca’ya çıkan yokuşu. Gün batımında, yarı aydınlık caddeler. Öyle çok düşünür, öyle dalardım ki, on beş dakikalık yol hemencecik biterdi. Uykudan yeni uyanmış gibi ayağa kalkar, tam inmek üzereyken duraksardım: Acaba minibüs şoförüne, iyi akşamlar, ya da iyi işler gibi bir laf etsem mi? Neyse boş ver. Adamlar yollarda öyle bir padişahlık düzeni kurmuşlar ki, ne yaparsan yap, bu türden sözlerde gereksiz bir yalakalık havası oluyor. Her zamanki duraksamanın ardından üst geçidin altında iniyorum minibüsten. Eve yaklaşınca içimi sıkıntı kaplıyor.

Korkularım da var, yazmak istemediğim. Yazılanlar değişmez biliyorsun, bin yıl da geçse aynı kalır. Bir şeyin değişmesini istiyorsan bıkana kadar ondan söz edebilirsin, ama ne olursa olsun, boş bulunup da bir kenara yazmaman gerek…

Eve gitmek istemiyor canım. Olduğum yerde duruyorum. Uzunca bir zaman geçiyor. Arada bir çevreme bakıp, beni izleyen birisinin olup olmadığına bakıyorum. Neyse ki herkesin benden daha önemli işleri var. Nereye gitmem gerektiğini söyleyen sesi bekliyorum. Benim olmayan, ancak bazen kendimin sandığım sesi. Adını söylesem. Çalıların ardını görmeye çalışıyorum., çalıların ardına saklanmış sesleri.

Tanrım beni neden bu kadar küçük yarattın? Ölürken bile duyulacak kadar çıkmıyor sesim.

Karar değiştirip eve sırtımı dönüyorum. Şimdi daha önce hiç geçmediğim sokaklarda kararlı adımlarla yürüyorum. Arada bir önünden geçtiğim dükkanların tabelalarına bakıyorum. Geri dönerken kaybolmamak için kafamda dükkan adlarından bir kroki oluşturuyorum. Artık bir karar vermem gerek. Uzunca bir soluk alıp birden veriyorum.

Bazen yolculuklar mola yerinde biter. Karşı yönden gelen bir arabanın farları gözünü alır, şaşırırsın nereye gideceğini. O zaman ne geldiğin arabaya, ne de ters yöndekine binebilirsin. İlk okuduğun kitabı alırsın, çantandan. İlk okuduğun zamanki halini anımsamaya çalışırsın; çıkaramazsın. Üzerine aldığın notlar da silinmiştir çoktan. İlk okuduğunda dayanamamış, kitabı bitirmeden sonunu okumuşsundur çünkü.

Sol kolumu uzatıp parmaklarımı geriyorum. Evet, hafif bir titreme var ama açlıktan da olabilir. Yemek yemeden bütün gün çay içtim. Şimdi de canım bir şey yemek istemiyor. Eve giderken açık bir yer bulursam belki yiyecek bir şey alırım. Hava iyice kararınca içime tuhaf bir huzur geliyor. İnsanların bakışları artık bana ulaşamıyor. Artık eve geldim sayılır. İçeride birisi mi var. Kapıyı açıyorum, radyoyu açık unutmuşum sabahtan. Sevdiğim şarkılar çalacak birazdan ve yan evlerden gelen yemek kokusu…

Gözlerim ufukta, hep dalgın; hep küllükte bitiyor sigaram, konuşurken yanıyor, içim.

Burak Kaya hakkında 128 makale
Müzisyen, yazar.