Allı Turnam Bizim Ele Varırsan

Allı Turnam Bizim Ele Varırsan

Allı turnam bizim ele varırsan
Şeker söyle kaymak söyle bal söyle

Gülüm gülüm kırıldı kolum
Tutmuyor elim turnalar ey
Ah gülüm gülüm yar gülüm
Kız gülüm gülüm turnalar ey

Gökyüzü ağlar mı? Bir sabah vakti turna avazıyla uyanıp başınızı yukarı kaldırırsanız gökyüzünün ağladığını görürsünüz. Turnalar geçerken gökyüzü ağlar. O an insan biraz turnadır, turna da biraz insan… Avazı acılı turnalar uçarken gökyüzü ağlar. Çok hem de…

Âşık, turnadan memleketine selam iletmesini ister; şekerler, kaymaklar söyler. Hep güzel şeyler iletmesini diler. Bekleyenlerini üzmek istemez. Umut kırılsın hiç istemez. Daha gurbet vurmamıştır Hacı Taşan’ı. Canı yanmamıştır daha. Hele bir gurbet vursun, hele canı bir yansın o zaman anlar ağızda şeker mi kalır, kaymak mı? Şimdilik şeker söylesin, kaymak söylesin. Dertleri mi? Sonra… Hele bir yansın, hele bir kavrulsun. Gurbet neymiş anlasın hele. Dert sonraya…

Turnayı, Hacı Taşan’a sorun, iyi bilir. Turnayı da gurbeti de iyi bilir. Ama Ruhi Su’ya sormayın. Onun bir adı gurbetti zaten.

Eğer bizi sual eden olursa
Boynu bükük benzi soluk yar söyle

Gülüm gülüm kırıldı kolum
Tutmuyor elim turnalar ey
Ah gülüm gülüm yar gülüm
Kız gülüm gülüm turnalar ey

Avazı acı turna, gurbeti de bilir sılayı da… Yalnızlığı da yalnızı da bilir. Yerinde çakılı kalanları iyi tanır. Gurbette boğaz tokluğuna çalışanları çok daha iyi tanır. Hele yoğu da yoksulluğu… Çoğu insanın bilmediğini bilir o.

Hacı Taşan, sılada kendini soran olursa ahvali bilinsin istemez. Turnaları sıkı sıkı tembihler. Gurbette hal gelmiştir başına âşığın; gurbet vurmuştur artık âşığı. Derdini dese turnalara turnalar da kavrulacaktır. Bilir bunu, bilir de içine atar. İçine atar da kendi kavrulur. Sadi Şirazi de ya “Kalbimde bir acı var, söylersem dilim yanar, söylemezsem iliğim.” Hal bu… Hacı, dese bir türlü demese…

Ateşte kavrulmayı Hacı Taşan’a sorun, o iyi bilir. Ama Nesimi Çimen’e sormayın. Onu Sivas’ta yaktılar zaten.

Allı turnam ne gezersin havada
Arabam kırıldı kaldım burada

Gülüm gülüm kırıldı kolum
Tutmuyor elim turnalar ey
Ah gülüm gülüm yar gülüm
Kız gülüm gülüm turnalar ey

Turnalar; yoksulun, muhtaç olanın yanında yer almıştır. Dert dinler, garibin yoldaşı olur. Sonra havalanır, tüm gökyüzü onun avazıyla çınlar. Yardım edememenin çığlığıdır bu. Çaresizliğin… Şemsi der:

– Çaresizlik, yüreğin kanatlanıp gittiği yere, bedenin gidememesidir.

Hacı Taşan’nın da kalbi sılaya gider ama bedeni gurbette kalır. Arabası da umutları kırılmış, eli böğründe, bozkırın ortasında kalakalmıştır. Başının üstünde dönen turnalara seslenir. Çaresizliğini, tutmayan elini, kırılan kolunu gösterir. Gülüm, der turnaya. Gülüm turna bir damla gözyaşı akıtıp uçar, gider. Gökyüzü turna çığlığıyla dolar. Gök ağlar mı? Ağlıyor işte.

Hacı Taşan, dışarı serin de senin için yangın yeri… Dışarı cennet de senin için cehennem… Hacı Taşan, bir yerlerde yara, bir yerlerde sızı var. Araban kırılmış; yerin demir, göğün bakır. Beli kırık yılan gibi kalakaldın. Tek bir adım atamazsın artık. Dön ha dön.

Çaresizliği Hacı Taşan’a sorun, o iyi bilir. Sabahattin Ali’ye sormayın. Onu dağ başında bir canavarı parçalar gibi başını taşla ezerek öldürdüler zaten.

Ne onmamış kul imişim dünyada
Akşam olsun allı turnam dön geri

Gülüm gülüm kırıldı kolum
Tutmuyor elim turnalar ey
Ah gülüm gülüm yar gülüm
Kız gülüm gülüm turnalar ey

Turna uçarken başını gökyüzüne kaldıran biri, öylece kalır. Uzakları çağrıştırır acı avazlı turnalar, düşleri… İnsan sanır ki sevgili gelmiş, gurbet bitmiş, kahır yok olmuş, İnsan sanır ki boğaz tokluğuna çalışılmamış da yüklüce para biriktirilmiş. İnsan sanır ki sevgili gelmiş de az sonra el ele tutuşup gidilecek. Ama onmamışlık var, onu ne yapacaksın Hacı Taşan? Bunu ne yapacaksın?

Akşam olmakta… Turnalara gitmeleri söyler Hacı Taşan. Turnanın sesindeki yakıcılıkla dertleri arasında bağ kuran âşık, gurbetin akşamına hazırdır artık. Turnaları gönderdikten sonra, acılarını tek başına yaşayacaktır bu akşam. Hacı Taşan bu akşam, yorgan yerine acıları örtünecektir.

Onmamak neymiş Hacı Taşan’a sorun, iyi bilir o. Nazım Hikmet’e sormayın, o memleket hasretiyle tek başına öldü zaten.

Biliyor musun Hacı Taşan, turnalarla gönderdiğimiz şey düşlerimizdi. Bozulan, sığlaşan dünyaya karşı yarattığımız düşlerdi. Turnalar, belki de memlekete uçmadı. Belki de biz öyle sandık Hacı Taşan. Öyle düşündük. Ne yapsaydık ya? Bizim başka hayallerimiz mi vardı Hacı Taşan, bizim başka neyimiz vardı?

Senin bozkırların var Hacı Taşan, senin Neşe Ertaş’ın, Muharrem Ertaş’ın var. Bak “bugün ayın ışığı”… Türkü yakma zamanı… Yaşama sevincini bırakma Hacı Taşan. Senin yaşama sevincin hani? Hani sen? Kalk Hacı Taşan, kalk. Bak bozkırların sapsarı… Yeşilin hani senin? Yeşili ek bozkıra, baharı ek.

Sana kalk, yürü derim de türkün çok ağır Hacı Taşan, türkün çok ağır. Sen bu türküyü nasıl taşıdın böyle? Sen, Hacı Taşan, sen bu türküye ne kattın? Bu türküye sen neden bu kadar ağı kattın?

Hayatta en büyük zafer, hiçbir zaman düşmemekte değil; her düştüğünde ayağa kalkmakta yatar, der Mandela. Hacı Taşan, düşmek de insanlara özgü… Hadi ayağa kalk. Varsın araban kırılsın, varsın ellerin tutmasın. Beli kırık yılan gibi kalma orta yerde. Yola çık Hacı Taşan. Yorgan gibi sarındığın acıları at üstünden. İnsan, uçmayı, en yüksek uçurumlardan düşerken öğrenir, diyen Nietzsche’ye kulak ver. Sen Hacı Taşan, sen bu türküye ne kattın böyle? Sen bu türküye neden bu kadar ağı döktün? Havada turna sesi var aşık, hadi ver elini, ayağa kalk.

Amma velakin… Ezcümle ha söyle de söyle!