Cesaret Bu Olmalı

Cesaret Bu Olmalı
  • Osman Şahin iyi öykücüdür. İnsanı ve onun mücadelesini çarpıcı biçimde anlatır. Öykücülüğünün ilk yıllarında bir öykü yarışmasına katılır. Sonuçlar açıklandığında deliler gibi sevinir. İnsan sevincini paylaşmak ister. Gurbetteyse hele, uzaktaki sevdiğine ulaşmak ister. Osman Şahin de annesini arar büyük bir heyecanla. Sevincinden konuşamaz sanki:

    -Anne, anne yarışmada birinci oldum, der bas bas bağırarak.

    Ama annede tepki yoktur, sessiz kalır bir süre telefonun diğer ucunda. Osman Şahin tekrar söyler:

    -Anne birinci oldum, birinci!

    -Üzülme, der annesi. Üzülme oğlum, üzülme. Allah izin verirse daha sonra beşinci de olursun altıncı da. Birinci oldun diye üzülme!

    Anne, biri az bulmuştur. Nasıl da kirlenmemiş bir saflıkla teselli eder Osman’ını. Nasıl da temizdir bu teselli!

    Masumiyetin tesellisi de böyle olur zaten. Kirsiz, içten…

  • Bilinen bir öyküdür. Hani, Büyük İskender, Romen Diyojen’i ziyaret eder.

    -Bir şeye gereksinmen var mı, diye sorar.

    Romen Diyojen de tarihi yanıt verir:

    -Gölge etme başka ihsan istemem!

    Ama bu diyalogda ilginç olan şey, Diyojen’nin korkusuzluğu, minnet etmemesi… Hem koskoca kralı hem de onun yardım isteğini reddetmiş, önemsememiştir. Bu, her baba yiğidin harcı bir duruş değil. Farklı… Çok farklı…

    Cesaret denen şey bu olmalı.

  • Cemal Süreya akşamları eve hep erken gelince eşi, bir gün patlar:

    -Erken gelme bu kadar, evde işlerim var benim, der.

    -Olur, erken gelmem, der Cemal Süreya da.

    O günden sonra eve geç saatlerde gider büyük ozan. Eşi, bir gün pencereden bakınca Cemal Süreya’nın aşağıda beklediğini görür. Kapıyı çalmaya çekinen Cemal Süreya aşağıda beklemektedir. Eşinin “Erken gelme” dediği günden beri evin kapısına gelir ama kapıyı çalmaz, bekler. Geç bir saatte kapıyı çalar.

    Şiirin has ustası, hiç mi alınmadın, hiç mi kırılmadın? İnsan, böyle dev bir ozanı el üstünde tutar oysa. Eve erken gelmesini değil, evden çıkmamasını ister. Cemal Süreya incelikli, estet bir adam, kırılsa da kırmak istemez.

    Ozan terbiyesi, inceliği bu olmalı.

  • Bir de Victor Hugo’nun sevgilisi var: Juliette Droquet. Victor Hugo’ya tüm kalbiyle bağlıdır. Juliette Droquet, tanıştıkları ilk günden başlayıp tam elli yıl boyunca Victor Hugo’ya her gün bir mektup yazmış. Tam elli yıl boyunca ve her gün… “Seni seviyorum” diye bitiyormuş her mektup da. Tam elli yıl ve her gün “Seni seviyorum”’ diye mektup almak…

    İnanılması güç sevgi… Victor Hugo neden 83 yaşında erkenden ölmüş ki? İnsan bu mektuplardan dolayı daha çok yaşamalı, her gün daha gençleşmeliydi, “Seni seviyorum” cümlesini duyduktan sonra.

    Dünyanın en şanslı adamı Victor Hugo değilse kim olabilir başka? Kimse! Ama hiç kimse!

  • Cüneyt Arkın, 1972 yılında kendisine teklif edilen ‘Altın Koza‘ film ödülünü reddeder.

    -Ama neden, der teklif edenler.

    -O ödül Yılmaz Güney’in hakkı. Aklı başında herkes bunu bilir. Bu nedenle bu ödül bana yakışmaz, der Cüneyt Arkın.

    Ödülü ve parayı elinin tersiyle itmek… İlginç… Alışık olmadığımız bir tepki. Dürüst olmak, dik durmak bu olmalı. Bu iki kavram, tüm ödüllerden daha büyük bir ödül… Çok daha büyük…

    Cüneyt Arkın’ın ödül almasına gerek var mı şimdi? Cevabı başlı başına bir ödül değil mi zaten?

    Amma velâkin… Ha söyle de söyle!

1 Comment

  1. Temiz ve saf sevgiyi anlatan “Sevginin Gücü” öyküsü aklıma geldi, Numan Bey. Birbirlerini seven karı koca birbirlerine yaklaşan yeni yıl nedeniyle hediye almak isterler. Adam babasından kalan saati satarak eşinin uzun saçları için pahalı bir saç tokası alır. Eşi de ondan habersiz bir kuaföre o uzun saçlarını kestirip satmış ve eşine babasından kalan saat için bir zincir almıştır. Birinin elinde artık olmayan satin zinciri, birinin elinde ise artık olmayan saçlar için bir saç tokası vardır. İkisi de yaşlı gözlerle ve ellerinde hediyelerle birbirlerine bakıp sarlırlar, sarlırlar, sarlırlar.
    Erhan Karakahya

Yorumlar kapatıldı.