Ah Bir Ataş Ver Cigaramı Yakayım

Ah Bir Ataş Ver türküsünü notaya alıp derleyen Durmuş Yazıcıoğlu.

4 Nisan 1953… Karanlık, uğursuz bir gece… Dumlupınar denizaltımız, İsveç bandıralı yük gemisiyle Çanakkale Boğazı’nda çarpışır ve Dumlupınar sulara gömülür. 81 mürettebattan ancak 22’si sağ kalır. Mahsur kalanlar, su yüzüne fırlattıkları telefon şamandırasıyla haberleşmeye çalışır. Onlara yukarıdan talimat verilir:

“Oksijeni idareli kullanın, türkü söylemeyin, konuşmayın, sigara içmeyin!”.

İnsanüstü gayretle kurtarma çalışmaları sürdürülür ama çabalar yetersiz kalınca umutlar tükenir. Yukarıdan tekrar talimat verilir mahsur kalanlara:

“Konuşabilir ve cigara içebilirsiniz.”

Bir ağıt bu türkü… O gâvur dedikleri söz dinlemez sinede sevdikleri mi yoktu? Umutlar mı yoktu? Acının tanımı olmaz ama bu yirmi iki can acısının tanımı hiç olmaz. Çaresizlik bu olmalı. Eli kolu bağlı olmak da “Bağlandı yollarım, kaldım çaresiz.” demek de…

“Sinem ko yansın!” demek “Ben öldüm.” demenin adı… Biraz sonra öleceğini duymak… Yiğide ölüm yakışmaz, hele gence hiç yakışmaz. Türkünün sözleri ölüme yiğitçe giden canları anlatır. Çatal yüreklerin, yani korkusuz insanların ağıtıdır türkü. Artık, cigaralar yakılabilir, içilebilirdi.
İçilen cigara değildi yaşayamadıklarıydı. Zaman, ölmeye yatmak zamanıydı. Tüten de duman değildi memleketti, özlemdi, sevdiklerinin hayaliydi. Tüten dumanda onları görüp uyudular sonra yirmi iki can.

Ah bir ataş ver cigaramı yakayım
Sen salın gel ben boyuna bakayım

Uzun olur gemilerin direği
Ah çatal olur efelerin yüreği

Ah vur ataşı gâvur sinem ko yansın
Arkadaşlar uykulardan uyansın

Tüketim üzerine kurulu ekonomilerde hazırlanılmış yaşamlar vardır. Bize çabuk unutmayı belletir bu ekonomik-siyasi sunumlar. Yirmi iki çatal yürek, belleklerimizin divanında bir köşede dururken onları sis perdesinin arkasında varsaymak, unutulmuş ya da yitirilmiş merhamettir. Merhametini unutan coğrafyaların bireyleri, sunulan ekonomik ve siyasi tuzaklara düşen avdır artık. Bu av da küreselliğin getirdiği sinsi düşüncenin, postmodernizmin ucuz, yüzeysel ve kaba beğenisine hayranlık duyar farkında olmadan.

Salt geleceği düşünmek, geçmişle bağı kesmek köksüzlüğe işarettir. Türkülerdeki öyküleri bile bilmeden mırıldanıp dinliyor insanlar. Oysa türküler; yaşamın, kavganın, çaresizliğin, umutsuzluğun ve sevincin dışa vurumudur. Bizi bağlayan şeylerden biri de bellek divanında unutulanlara sahip çıkmak ve sinsi, ucuz kültüre karşı türkülere tutunmaktır.

Mezara diri diri gömülen yirmi iki can, divanda yatıp kalmasın. Bellek, anımsadıkça kendini öğütmekten uzaklaşır. Acıyla yaşanmaz ama acının verdiği olgunluk da yabana atılmaz. İnsan olamaya yürümektir bu da.

“Unutmak hainliktir.”

Not: Sanırım, ilkin Sofokles’in Elektra’sında geçer bu cümle. Sonradan çoğu kişi, kendi özgün cümlesi gibi kullanmış.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.