Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan Ağustos 2024’te çıkan İşsizler Okulu Alman yazar Joachim Zelter’in Türkçe yayımlanan kitapları arasındaki son romanı. Kitabın orijinali “Shule der Arbeitslosen” adıyla 2006’da yayımlanmış. Regaip Minareci tarafından Türkçeye çevrilen romanda editör olarak Başak Güntekin, görsel yönetmen olarak Birol Bayram ve düzeltide Mustafa Aydın yer alıyor.
Kitabın orijinal kapağında önünde toprak bir toplanma alanıyla kasvetli, gösterişsiz, devlet dairesi gibi görünen bir bina var, Türkçe baskıda ise bir okul otobüsü ile camına yansıyan yeşillikler. Orijinal baskıdaki ruhsuz, soğuk, ürkütücü görselin yerine sıcak renkleriyle son derece güzel bir okul aracı gelmiş. Öyle ki insanın okula gidesi geliyor. Türkçe baskının kapağında, anlatılan hikâye ile uyumsuz bir hava var. Sanırım kitabı okumadan “eğer kitabın adında okul varsa kapak olarak okul otobüsü çok iyi gider” diye düşünülmüş.
Kitabı okumamış olanlar için küçük bir uyarı ile başlayayım: Burada okuyacaklarınız kitabı farklı yorumlamanıza neden olabileceğinden hiçbir etki altında kalmadan, önce romanı okumanızı öneririm. Eğer işsizlik konusu veya genel olarak iş yaşamı ilginizi çekiyorsa, kurgusu, çevirisi ve özgünlüğüyle sizi hayal kırıklığına uğratmayacak bir roman İşsizler Okulu. Romanı eleştirirken ister istemez bazı bölümler hakkında bilgi vermek gerekiyor. Olayların ilerleyişi veya şaşırtıcı finalle ilgili ipucu vererek okuma keyfinizi bozmak istemem.
Öncelikle şunu belirteyim, Regaip Minareci, çok güzel bir çeviriyle romanı Türkçeye kazandırmış. Kitap baştan sona akıp giden bir dile sahip. Kitap düzelti açısından -benim görebildiğim birkaç küçük hata dışında- sorunsuz.
Kitabı alırken arka kapaktaki “Huxley ve Orwell’de fütürist görünen unsurlar Zelter’de yerini bunaltıcı bir realizme bırakıyor.” yorumundan etkilendiğimi itiraf edeyim. Kitabı bitirdiğimde Badische Zeitung’dan alıntılanan bu cümlenin -doğru olmakla birlikte- kitapla ilgili farklı bir beklenti yarattığını düşünmeye başladım. Joachim Zelter distopik bir roman yazmış ancak işsizliğin birey üzerinde yarattığı buhranı anlatmak açısından kurgulanan bu kötücül dünya, işsizliğin üzerinde birkaç numara büyük bir elbise gibi duruyor. Sanki distopik bir roman yazalım, bireyi yok etmek üzere Nazilerin kullandığı yöntemlerden esinlenelim diye yola çıkılmış da işsizlik konusu sonradan bu plana dahil edilmiş.
İşsizler Okulu, işsizliğin kişiyi toplum dışına iten, aşağılayan hatta yoksayan yönlerini son derece çarpıcı biçimde aktarıyor. İşsizlik hem bireyin hem devletin kurtulması gereken bir halk sağlığı sorunu gibi ele alınmış, işsizler ise tedavisi zor ama imkânsız olmayan cüzzamlılar gibi.
Peki bu durumda yazarın eleştiri okları kime yöneliyor. Kapitalizme mi, devlete mi, yoksa her ikisine birden mi?
Kitabı kapitalist sistemin bir eleştirisi gibi ele almadan önce Marks’ın işsizlik konusuna bakışını anımsamakta yarar var. Marks kapitalist sistemin ‘rezerv işgücü’ne gereksinimi olduğunu söylüyor. İşsizler adı verilen bu büyük yedek takımın iki ana işlevi var:
- İşler arttığında hemen devreye alınacak bir işgücünü hazırda tutmak;
- İşsizliği kullanarak daha zor koşullar ve daha düşük ücretler için emek piyasası üzerinde baskı oluşturmak.
Keynes ise büyük işsizlik dönemlerini gözlemleyerek geliştirdiği modelinde ekonomiye müdahale edilmediğinde, oluşacak dengenin ‘eksik istihdam’ yönünde olacağını öne sürmüştü. Yani tam rekabet koşulları sağlandığında bile “tam istihdam” söz konusu olmayacak, belli oranda işsizlik sürecekti. Keynes’e göre işsizliği azaltmak için devletin maliye politikaları yoluyla piyasaya müdahale etmesi gerekir.
Böyle bakıldığında ‘işsizlik’ kapitalist sistemin vazgeçilmez hatta sermaye sahipleri tarafından istenen bir öğesi gibi düşünülebilir. Devletler sosyal nedenlerle işsizlikle mücadele edebilirler ancak yüksek kârı hedefleyen kapitalistlerin işsizlerden bu denli nefret etmesini gerektirecek bir durum yok. Dolayısıyla egemen güçlerin işsizleri ölüme yollayacak kadar onlardan kurtulmak istemelerinin bir temeli yok. Günümüz gerçekleri açısından bakınca işsizliğin birey üzerindeki boğuculuğu büyük ölçüde kapitalist rekabet ve toplumun başarı anlayışı ile ilgili. Yani dolaylı olarak bu baskı ortamına neden olsa bile bu durum sistemin bir tercihi değil. İşsizlerin ölmesini değil olmasını arzulayan bir kesimin işsizleri ölüme yollaması ise romanın iskeletindeki faşizan eleştirinin dayanağını yok ediyor. Bu haliyle romandaki kötülüğün ayağı yere basmıyor. Romandaki faşizmin nedeni olarak yazarın havalı bir distopik roman yazmayı arzu etmesi dışında bir şey kalmıyor geriye.
Roman, giderek artan işsizlik oranı nedeniyle devletin “İşsizler Okulu” adında eğitim kurumları açarak işsizliği azaltmaya çalışmasını konu ediyor. İşsizlerin otobüslerle toplanarak uzakta bir yere götürülmesi, okul binasını çevreleyen çitler ve çitlerin ardındaki projektörler, kursiyerlerin katı kurallar altında belli işleri yapmaya zorlanması, sabah erken saatte koğuşun uyandırılma şekli, okuldaki koyu renk kıyafet kuralı, uyumsuz kişilerin kapatıldığı hücre benzeri odalar bize tek bir şeyi anımsatıyor: Nazilerin toplama kampını.
Kursiyerlerin yapacağı her şey okul yönetimi tarafından belirleniyor. Öyle ki seks için ayrılmış iki odanın anahtarı bile okul yönetiminde. Çiftler ancak okulun izniyle birlikte olabiliyor. Okulda eğitimciler, kursiyerlere iş bulabilmeleri için gerekli yöntemleri belletiyorlar. Bunlar iş bulabilmek için yalan söylemeyi bile kendine hak gören son derece Makyavelist yöntemler. Kursiyerler, özgeçmiş hazırlamaktan, özgeçmişin işverene nasıl sunulacağına kadar oldukça ayrıntılı bir çalışma içine giriyorlar. Tuzak sorularla baş etmeyi ve özgeçmişlerindeki boşlukları nasıl kapatacaklarını öğreniyorlar. Okul yöneticisi Fest özgeçmiş hazırlamakla ilgili tavsiyelerde bulunurken “Kendinizi yaşlı hissediyorsanız yaşınızı değiştirin. Doğum yerinizden hoşlanmıyorsanız, doğum yerinizi değiştirin. Mezun olduğunuz okuldan memnun değilseniz, lise mezunu yazın.” diyor. Bol bol yalan söylemeyi öneren okulumuz, işverenin bu yalanı ortaya çıkarması durumunda kursiyerlerin takınması gereken tutumla ilgili bir bilgi vermiyor. “At yalanı, …. inananı” gibi bir durum söz konusu. Ancak Fest’in bir sözü günümüzdeki pek çok firmanın İnsan Kaynakları departmanının duvarını süsleyecek gerçeklikte: “Hiçbir şey yapmamak her zaman hoş görülebilir, ama sadece hayatta, bir özgeçmişte değil.”
Romanda bilerek uçları köreltilmiş karakterler var. Yazar, İşsizler Okulu’na hâkim olan faşizmi karakterlere çok güzel yansıtmış. Karakterler duygusuz, isteksiz, renksiz, neredeyse yarı ölü gibiler. Bunun tek istisnası Karla. Karla hücreye kapatılıp okul arkadaşlarından yalıtıldıktan sonra aykırı düşüncelerinin peşini bırakmasa da hiçbir zaman tam anlamıyla baş kaldıramıyor. Sürüye yeniden alındığındaysa kendisini bekleyen umutsuz yolculuğa diğerleriyle birlikte Karla da sürükleniyor. Joachim Zelter romanda okul yöneticisi Fest’e şöyle söyletiyor: “SPHERICON (okulun adı) üzerine bir kitap yazılacak olsa, içinde gerçek insanlar olmazdı, insan figürleri bile olmazdı, olsa olsa değişken özgeçmişlerden parçalar ya da hayali bölümler olurdu.” Sürdürüyor: “Karakterlerin çoğunun bir isme bile ihtiyacı olmazdı.” Asında romanın şifresi bu iki cümlede gizli.
İşsizler Okulu‘nu okurken Regaip Minareci sayesinde Almanca değil de Türkçe yazılmış bir romanı okuyormuş duygusuna kapılıyoruz. Minareci eski sözcükleri de yenilerini de bir arada kullanıyor. “Arzıendam”, “fevkaladelik” gibi sözcüklerin çağrışımları nedeniyle eşanlamlılarından ayrıldıkları açık ancak “Kursiyerler bu çalışmanın zaruretini kendileri idrak ettiler.” gibi bir cümlede “zaruret” ya da “idrak etmek” kullanılmasa metinden bir şey eksilir miydi emin değilim. Zaten metnin başka yerinde “zorunluluk” sözcüğü de kullanılıyor. Başka bir yer ise “gayri doğal, gayriinsani ve asosyal…” diye çevrilmiş. ‘Gayri doğal’ yerine ‘gayritabii’ veya ‘doğal olmayan’ dense daha iyi olmaz mıydı? Türkçenin söz zenginliğini böylesine güzel kullanan bir çevirmen olarak “deneyimlemek” gibi uydurma sözcüklere yer vermeseydi? Bunları da güzel bir çevirinin nazar boncukları olarak düşünelim.
Kitapta yazım yanlışı yok denecek kadar az. Rastladığım ikisi aşağıda:
- “Her katılımcı attığı imzayla orada bulunduğunu tasdiklemiş oluyor.” (Tasdik etmiş olmalı.) -Sayfa 9.
- “Yarım değil tamzamanlı bir pozisyon.” (Eğer ‘tamzamanlı’ bileşik yazılacaksa “yarızamanlı değil tamzamanlı” olsa daha iyi olabilirdi) – Sayfa 99.
İşsizler Okulu işsizliğin kişinin üzerinde yarattığı bunaltıcı etkiyi okura çok güzel aktarıyor. İş başvurusunda bulunup da olumsuz yanıt almak artık o kadar olağan ki “Bir iş başvurusunda bulunmak başvuruyu yapan kişinin bu pozisyon için uygun olmadığının kesin bir işareti demekti sanki.” diye yazıyor Zelter.
Eğer yazar işsizliğin birey üzerinde yarattığı toplumsal baskıyı aktarmakla yetinseymiş roman açısından daha iyi olabilirmiş. Ancak bu malzemeyle distopik bir roman ve SPHERICON gibi bir marka yaratmaya kalkışınca sonuç çok da hedeflendiği gibi olmamış.
Beni en fazla rahatsız eden bölüm ise romanın sonu oldu. Çarpıcı, şaşırtıcı bir final yaratmak iyi bir fikir olabilir. Romandaki bazı öğeleri Nazilerin toplama kamplarına benzetmek de uygun olabilir ancak romanın sonunda tüm kursiyerleri bir uçağa bindirip belirsiz bir sona gönderme fikri bence yaratıcı bir fikir değil. Bazı sahneler bu kadar kolay kullanılmamalı.
Be the first to comment