“Yoksulluk utandırmaz.” (Bir Alman özdeyişi)
“Kim çıkardıysa bu Babalar Günü’nü düzenbazın tekiymiş.” dedi Baki, sol elini kısa kesilmiş saçlarında gezdirerek. Küçük bahçeye çıktığında binbir renkli kirlihanımlara ilk kez gülümsemedi. Bir oda genişliğindeki küçük bahçe kapısını açıp yola çıktı. Tahtadan kapıyı kapatmadı. Uzatılan eli sıkılmayıp havada kalan biri gibi mahcup oldu kapı. Bunu da gıcırdayarak belli etti.
Ne yapacağını bilemeyen genç adam, içindeki gerilimden kurtulmak için bir türkü mırıldanmaya başladı. Gerçekle yüzleşmesi için bu türküye gereksinmesi vardı. Bu türküyü de mırıldanamasa ruhu kendini yiyecekti. Belediyenin işçileri görev yerine götüren kamyonetine bindi. Elinde süpürgesi ve küreğiyle kentin en kalabalık meydanında indi. Tüm meydanı ve meydana açılan sokakları süpürecekti. Meydan süpürüldükçe kirlenecek, tekrar temizlenecek tekrar kirlenecekti. Saat 11.00’e yaklaşınca süpürgesini alıp parkın hemen girişindeki koca çınarın arkasında saklandı. Güngörmüş çınar olacakları anladığı için gövdesini siper etti Baki’ye. Onu kimselere göstermeyecekti.
– Eyvah, dedi Baki. Kürek tam meydanın ortasında kaldı.
Gidip almayı düşündü ama genç bir öğretmen ve yanında ilkokula giden beş öğrenci, okul servisinden inip araçlara kapalı meydanın ortasına doğru yürümeye başlayınca vazgeçti. Efe de aralarındaydı. Efe’den başkası küreği fark etmedi.
Çocuklar, öğretmenlerinin nezaretinde, babalarına işyerinde sürpriz yapıyor, Babalar Günü’nü kutluyordu. Dört çocuk da mutluydu. Sıra kara gözlü Efe’deydi. Bahçeden, annesinin kopardığı kirlihanımlar kucağında babasına bakındı durdu. Çocuklar, kirlihanımları ilk kez görüyor, aralarında gülüşüyorlardı Efe’ye bakıp. Öğretmen, dördüne kızmak yerine Efe’nin kucağındaki kirlihanımlardan en bordo olanını alıp yakasına taktı. Çocuklar suspus oldu. Öğretmen,
– Efe, bu çiçeği kurutup saklayacağım, dediğinde Efe’nin yüzünde binbir kirlihanım, binbir gül, binbir karanfil açtı.
Baki’nin içinde garip bir duygu, alnında ter… İzliyordu. Biri yaşamı boğazlıyordu içinde. Yutkunabilse çınara derdini anlatacaktı. Çınarın içi yandı. O da hissetti uzaklarda bir yerde bir ceylanın boğazlandığını.
Kendini değil, Efe’yi düşünüyordu dün akşamdan beri Baki. Karısı söylemişti sürpriz yapılacağını. Efe, arkadaşlarının yanında utanır; onunla alay ederler diye bir gözünde bir damla yaş, çınara sarılmış hâlde Efe’yi izliyordu. Çıkayım mı, diye geçirdi içinden. Sonra vazgeçti.
– Çocuklar acımasız, dedi. Çınarı sıktıkça sıktı kollarıyla, parmaklarıyla, ruhuyla. Çınar göğe ağmak, bir daha dönmemecesine gitmek istedi.
Bir saati geçince öğretmen, çocukları servise bindirdi. Efe, elindeki çiçekleri küreğin yanına bıraktı.
– Babam görür. Anlar benim getirdiğimi. Zaten kirlihanım bir tek bizim evde var. Çiçekçiler kirlihanım satmıyor, dedi içinden.
Çocuklar, bir şarkıyı hep bir ağızdan okumaya başladılar servise bindiklerinde. Efe suskundu. Bir de öğretmeni… Bir de Baki… Bir de koca çınar…
Servis aracı, hareket ederken Efe dönüp pencereden baktı kalabalık meydana. Babasını gördü. Çiçekleri kucaklamış öpüyordu. Çiçekler açtı yanağında. Sabahki mutsuz kirlihanımlar daha bir canlanıp renklendi. Çınar, gitme düşüncesinden vazgeçti. Öğretmen, yakasındaki bordo kirlihanımı okşadı uzun uzun.
– Demiştim, ben dedi, Efe içinden. Sonra o da şarkıya katıldı.
İlk yorum yapan olun