Ay Ben Kurbanlıklara Bakmaya Dayanamıyorum

Ama dana gibi yiyorsun. Kurbanlık hayvan, bir anlık dalgınlığından yararlanıp kaçmaya kalkarsa elinde değnek ve bıçakla caddelerde kovalıyorsun. Ayağını bağlayıp yere devirdikten sonra yürek burkan şiirlerine kaldığın yerden devam ediyorsun.

Eş dost, hısım akraba bir olup hayvanı boğazladıktan sonra kavurmasını yerken ne vicdanlı bir insan olduğunu anlatan metinler döktürüyorsun: Kınalı gözleriyle şöyle baktı da, yüreğimi böyle yaktı da… Yemin ediyorum edebiyattan soğudum lan sizin yüzünüzden.

Dünyanın düzeni, güçlünün güçsüzü ısırmasına dayanıyor. Benim hiçbir itirazım yok buna. Benim derdim işin şiirsel yönüyle. Bu kadar duygusalsan hayvanı kesip yeme birader. Yok yiyeceksen de duygusal içerikli şiirler yazma. Biz senin ne mükemmel bir insan olduğunu zaten biliyoruz. Sen rezidansta oturur ama ormanları seversin, son model 4×4 arabanın arkasına bisikletini bağlarsın. Arabesk müzik dinlerken bile gerçek bir sanatseversin. Bedelli askerlik için başvuru yapar, bir yandan da şehitlere şiir düzersin.

Bir tencere kavurmanın ardından geğirirken bile naif ve incesin.

Benim bunlara benzer bir arkadaşım var. “Sekiz yaşımda, ilk kez bir hayvanın kesildiğine tanık oldum. O an kalbime bir ağrı girmişti, hâlâ sızlar orası” diye yazmış. Herif 96 kilo, bir oturuşta bir hayvanın kolunu tek başına yiyor. “Götümle göbeğimin ağırlığından belkemiğimin orası sızlıyor” dese hiç itiraz etmem ama ne gerek var bu duyarlı insan numaralarına. Ben görmüyorum sanki et yerken gözlerinin nasıl parladığını, ağzından salyalar akıtarak dişlerini hayvana sapladığını.

Bu duyarlı arkadaşların tersine ben hayvanların sokaklarda kesilmesini doğru buluyorum. Hayvanlar ölürken bağırıyorsa, gözleri yuvalarından çıkıyorsa, o eti yemenin bedeli de bu sesi dinlemek, bu sahneyi görmek olmalı. Çocukluk çağını geçmiş herkes de bununla yüzleşmeli. Gerçek bu. Canlılar böyle ölüyor. Olabilecek en gerçekçi hali bu ölümün. Bir hayvanın boğazına bıçak dayayıp kesmek ilkellik falan değil. İlkellik, şiir yazdığın hayvanlar için gizli kapılar ardında cellatlar kiralayıp, senden uzakta öldürülen hayvanın kavurmasına iştahla ekmek banmak. Endüstriyel makineler ve uyuşturucularla her boku çözdüğünü sanmak.

Bugün bir idam mahkumunun bile son sözünü sorup sonra öldürüyor celladı. Sen de etine göz koyduysan o hayvanın son nefesine tanık olmalısın. Ben yapabiliyor muyum? Hayır. Ama ortamlarda da ‘Hiç kıyamıyorum’, ‘Bakmaya dayanamıyorum’, ‘Kınalı kuzum’ gibi numaralar çekmiyorum. Yalan yok, ben de et yiyorum. Ama ne mal olduğumu kendimden de başkalarından da saklayacak duyarlı şiirler yazmıyor, yaptığımı saklamak için sanatsal numaralar çekmiyorum.

Bazıları falanca kimyasalla uyuşturup, filanca makineyle öldürünce her şeyin hallolduğunu sanıyor. Eğer utanmasalar, geliştirdikleri yöntemlerle hayvanların öldürülürken mutlu olduklarını ve hatta bundan zevk aldıklarını bile söyleyecekler. Bu tam otomatik cellatlar, hayvanlar ölürken hiç acı çekmedi diyerek bence uyuşturucu reklamı yapıyorlar. Bir gün sıra insanlara gelirse belki anlarız. Yani lavuğun biri nüfus artışını böyle acısız bir yöntemle halledeceğini söylerse…

Ölen hayvanların acı çekip bağırmaları onların yaşamlarının ne denli değerli olduğunu, bu yaşama tutunmak için nasıl çırpındıklarını bize anlatmaya yarıyor. Yufka yürekli abi, madem o kadar duyarlısın, bu sese niye kulaklarını kapatıyorsun?

Hayvanların canlarının da tatlı olduğunu anlamak için hayvan ölümlerini mezbahaların dışına çıkartmak gerekiyor.

Herkese -en başta da kendime- ilaçsız, bıçaksız daha bol sebzeli, daha az şiirli bayramlar dilerim.

Burak Kaya hakkında 127 makale
Müzisyen, yazar.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.