İşte Gidiyorum Çeşm-i Siyahım

İşte Gidiyorum Çeşm-i Siyahım

İnsan neden çekip gider? Doğup büyüdüğü yeri neden terk eder? Kahrından… Türkülerin yakıldığı zamanlarda biri memleketini terk ediyorsa bu ya yokluktan ya kahırdandır. Başka bir şeyden değil.

İhaneti ummadığınız insanlardan görmüşseniz kırılırsınız. Dört bir yanınızı yozluklar sarmışsa biraz daha kırılırsınız. Sevilen, zulmeden olmuşsa büyük kırılırsınız. İnsan ‘işte’ demeye görsün. ‘İşte’ var ya ‘işte’ küçük kelam değil… Kahrın son aşaması… Her şeyin silinip atıldığı an… Çekip gitmeye kalktığınızda da nedenini kimselere demezsiniz, diyemezsiniz.

– Neden gidiyorsun?

– İşte…

Büyük susmaları, büyük anlamları saklar bir ‘işte’. Derviş suskunluğunu, büyük kahırları… Her şeyden vazgeçtiğiniz an’ın tanığıdır o bir “işte”. O ‘işte’ aha gidiyorum, sevin gayrı, demektir. İşte var ya, işte, yaman kelime…

Peki, kahır nereye yol alır? Gurbet denilen bilinmeyene… O zıkkımın köküne… Bir tas su verenin olmadığı yere… Mahzuni Şerif de tası tarağı toplayıp ‘işte’ deyip gidiyor.

Şu Mahzuni ne kararlı adam!

Terk edilmişlik; öyle incelikli, öyle kırılgan anlatılmış ki türküyü duyar duymaz içiniz yanıyor. Herkesin “İşte gidiyorum çeşm-i siyahım.” dediği bir sevdiği yok mudur zaten? “İşte gidiyorum çeşm-i siyahım.” dediği bir an, demek istediği bir an yok mudur? Yok diyen yalan söyler.

İşte gidiyorum çeşm-i siyahım
Önümüze dağlar sıralansa da
Sermayem derdimdir servetim ahım
Karardıkça bahtım karalansa da

Çeşmi siyahına kahrederek gidiyor Mahzuni. Diktir ama giderken. Çünkü o, dertlerin olgunlaştırdığı adamdır. O, dertle yanan, yunan, pişendir. Önüne dağlar sırlansa da gidecektir.

Şu Mahzuni yaman adam…

Kış günü yollar, hele dağlar geçit vermez olur. Kayaları aşarsın, tipiye yakalanırsın, göz gözü görmez. Onu aşarsın çığ düşer önüne. Onu da aşarsın kurt çakal çıkar önüne. Dağı aşmak hiç kolay değil. Ama Mahzuni aşacaktır, bu yaman yolculuğu göze almıştır. Tek sermayesi derdi olan, tek serveti ahı olan biri güçlüdür çünkü. Kara bahtı, karalansa da o, değişime, yenilenmeye, değerler ufkuna yol almaya kararlıdır. Çünkü gitmeyip kalsa asıl burada kurda çakala yem olacaktır. Daha çok parçalanacak, daha çok donacak, daha çok çığ altında kalacaktır. Bu nedenle gidecektir. Kalanlar sevinmesin diye, kına yakamasınlar diye gidecektir. Unuttum, yok sayıyorum demek için gidecektir.

Haydi dolaşalım yüce dağlarda
Dost beni bıraktı ah ile zarda
Ötmek istiyorum viran bağlarda
Ayağıma cennet kiralansa da

Kendini acılara gark eden dosta da sevgiliye de kahırlıdır Mahzuni. Çıkıp viran bağlarda baykuşlar gibi ötmek ister. Yalnızlık değil, yalnız bırakılmaktır zor olan. Kolay demesin kimse. Ötekileştirilmek büyük utanç…

İnsan, insanı dışlıyorsa bu, kabullenilmez suçtur. İşte türkü, susmuş, susturulmuş bir sitemi saklar içinde. Bir isyanı değil, yalnızca susmuş bir sitemi… Bu susmalar hayra değildir ama. Bu susmalar, çığlıktan daha keskin, daha yamandır. Bu susmalar, kelimelerden daha çok şey anlatır. Mahzuni, ayağına cennet serilse de gidecektir. Varacağı yer cehennem de olsa gidecektir. Sonra hem yiğit birine, viran bağlara tüneyen baykuş olmak, ihanetle yaşamaktan yeğdir.

Her babayiğidin harcı değil bu seçim. Bu seçim; terk edilenin, terk edilmek zorunda bırakılan, horlanan adamın seçimdir. Kararlılığın, kahrın seçimi… O artık, ayağına cennet serilse de gidecek olandır. Cennet sevilenin, dostun yanı başı değil midir? Onlar olmadıktan sonra ölmeye yer, sevmeye yar yoksa cennet de yoktur. Cenneti yok olandır artık o. Kahır, her şeyi siler; dışlanmak, her şeyi süpürür. Kahır, ağır yük, koca bir yük… O kahır var ya, o kahır çok yaman kelime…

Mahzuni, bu nasıl zorunluluktur ki cenneti bırakıp viran bağları seçersin? Bu, Mahzuni, bu, sessizliğe gömülmek değil midir? Bu, diri diri yanmak değil midir? Seni orada kimler duyar Mahzuni? Gurbette kim kime bir bardak su verir? Ahların neden büyük bu kadar? Hele bir de Mahzuni, hele bir de!

Şu Mahzuni ne büyük adam!

Bağladım canımı zülfün teline
Sen beni düşürdün elin diline
Güldün Mahzuni’nin berbat haline
Mervanın elinde parelense de…

Sevgilinin Mahzuni’yi bin bir gece masallarındaki düşlere gark eden, başını döndüren zülüfleri, artık cinselliği de çağrıştırmaz olmuştur. O zülüfler karmaşadır artık. O zülüflerde kaybolma arzusu bitmiştir. Zülüfleri öldürür Mahzuni. Aşk da ölür. O, pagan dönemi saflığını arar. Kaybolan değerleri… Kirlenmeyen zamanı…

Şu Mahzuni ne kararlı adam!

Aristo, Atina yönetimine felsefeye karşı ikinci kez günah işleme utancını yaşatmamak için Atina’dan ayrılmak zorunda kalmıştır. Atina yönetiminin Aristo’ya yaptıkları, Mahzuni’ye yapılmaktadır şimdi. Tarihler farklı, düşünce aynı: yalnızlaştırmak… Zulüm aynı: onursuzlaştırmak…

Şimdi gitme vakti… Mahzuni, Şükrü Erbaş’ın: “Durduğun yerde değersiz bir bütün olarak kalmaktansa parçalana parçalana gitmenin büyük doğruluğuna inanmak…” düşüncesine katılır. Giderken de çirkini, yozu ardında bırakarak yok sayacak, hem sevgiliden hem de Aristo’ya çektirdiklerinden dolayı Atina demokrasisinden intikam alacaktır. Ne halin varsa gör, umurumda değilsin, seni yok sayıyorum, diyecektir. Şimdi yok sayılmak, zulmetmek neymiş sevgili düşünsün, dost sandıkları düşünsün. Bunu; artık Sokrates’ın katilleri düşünsün, Aristo’yu gitmek zorunda bırakan Atina yönetimi düşünsün.

Şu Mahzuni ne onurlu adam!

Yoz ve zalim, terk edilmeye dayanamaz. Yalnız kalınca elindeki güç anlamsızlaşır çünkü. Çirkinleşen bir coğrafyanın ve zamanın zavallısı olarak kalır. Böyle durumda her gün ölür. Mahzuni’ye acıyı reva gören yoz ve zalim de ölebilir artık. Biraz da o ölsün. Biraz da o…

Seni anlarım Mahzuni, seni anlarım ama Şair Tuğrul Keskin der ki:

“Bilirim
Gezmeye her yer olur
Ölmeye vatan gerek.”

Buna ne dersin Mahzuni? Sen buna ne dersin? Hele bir de! Mahzuni, sen gurbette mi öleceksin?

Şu Mahzuni ne çok kırılmış adam!

Amma velakin… Ezcümle ha söyle de söyle!

1 Comment

  1. “– Neden yazıyorsun?
    – İşte…”
    Yanıt bu. Arif olana yetmez mi?

Comments are closed.