Ağustos ayında bile geceleri soğuk olur Lüleburgaz’da. Kabanını alır öyle gider asker nöbete. Götüm dondu tabirinin nereden çıktığını en iyi buradaki asker bilir. Kış geldiğinde bazı geceler on beş dakikaya düşer nöbet süresi. Kimse uyuyamaz doğru düzgün.
Tugayın bir ayağı Güneydoğuda olduğundan eğitim zorludur. Herkes bilir ki güle oynaya gidenlerin bazıları evlerine dönmeyecek. Kahramanlık hikâyelerine bakmayın, üç beş kişi dışında kimse istemez çatışma bölgesine gitmeyi ama torpil yoktur, tanıdık yoktur. Ölümün kol gezdiği yere, ancak mecburiyetten gidilir…
Ben bando bölüğünde yaptım askerliğimi, kısa dönem olarak. Bandoda saksafon çalan ama aslında gitarist bir astsubay vardı, adı Hakan olabilir. Bölüğe ilk geldiğimde çağırdı beni yanına. “Gitar çalıyormuşsun, gel bakalım çal biraz” dedi. Arkadaş gibi. Gittik prova yerine, bunun gitarını aldım ben. Daha iki dakika çalmadan, bir bahane bulup beni siktir etti müzik odasından. Hiçbir şey anlamadım. Ertesi gün bir bahaneyle bana iki tokat attı. O zaman “Dün çalış tarzımı beğenmiş demek” diye geçirdim içimden.
Geceleri hiçbir açıklama olmadan kaldırıldığımız çok olurdu. Ama bir gece hepsinden farklı bir şekilde uyandık. Sadece beş, altı kişiyiz. Özel bir görevle tugayın dışına çıkacağımız söylendi. Heyecanlanmıştım. Ben gizli işlerin adamıydım. Önce bölüğe gideceğimiz, oradan kamyonla tugayın dışına çıkacağımız ve bu gecenin bir daha konuşulmayacağı söylendi. “Anlaşıldı mı?” sorusuna “Emredersiniz komutanım” diye yanıt verdik. Tuhaf hisler içindeydim. On dakika sonra, kış için bölüğe ayrılan kömür yığınının oradaydık. Bize anlatıldığı şekilde en iri parçaları seçip çuvallara doldurduk. Geriye toz gibi bir kömür kaldı. Çuvalları kamyona yükleyip şehre gittik. Teker teker astsubayların evlerini gezip bölüğün kışlık yakacağını bunların evlerine taşıdık. Görevi başarıyla tamamlamıştık. O kış her götüm donduğunda ben bu gizli görevin heyecanını anımsadım. Kolay değildi, gizli görevle kendi kömürümüzü kendimizden araklamıştık.
Bandocular bilir, falanca yerin kurtuluşu olunca boru trampet oraya gider. Ama Ankara, İstanbul gibi düşünmeyin, sokaklar inliyor, halk pencerelerden çıkmış ağlıyor, alkışlıyor. Sanki burayı iki gün önce biz kurtarmışız düşmandan, öyle tuhaf bir şey. Oysa biz tüfek görsek boru diye üfleyecek vaziyetteyiz. Askerlikle uzaktan yakından ilgimiz yok.
Bandoda trampet çaldıktan bir süre sonra orduevine geçtim. Artık vatani görevim gitar çalmak. Gündüzleri de prova yapıyoruz ayağına sağda solda takılıyoruz. Bir gün grubumuz büyük salonda kestirirken yakalanınca tüm müzisyenlere ek görev çıktı. Ben bir müddet baklava tarttım. Sonra bitti askerlik. Arada bir gelir aklıma Lüleburgaz. Gülümserim…
Orduevinde müzisyenlik yaparken bir gün bir asker getirdiler. “Bu adam çok iyi çalıp söylüyormuş, bakın eğer gerçekten öyleyse burada kalsın” dediler. Tabii kararı verecek olan biz değiliz. Komutanlar dinleyecek. Neyse biraz sohbet ettik. Arkadaş “İki gün sonra bizim birlik Şırnak’a gidecek, benim çocuklarım var, ne olur beni oraya göndermeyin” dedi. Neyse bir ayar yaptık, akşam programda bunu klavyenin başında çıkarttık ama tuşlara falan hiç dokunmuyor, şarkıyı söyler gibi yapıyor ama arkadan bizim ekip işi götürüyor. Tabii kısa sürede vaziyet çakıldı. “Herkes sussun bakayım, bu hıyar tek başına çalıp söylesin” dediler. Çok uzatmak istemiyorum, kısa süre sonra “Siktir git pezevenk” sözleriyle sahne hayatı son buldu arkadaşın. Biz de fırçayı yedik tabii.
İdlib’de vurulan tugayın adını duyunca içime bir acı saplandı. Diyarbakırlı Kemal geldi gözümün önüne. Urfa’dan, Konya’dan, Tekirdağ’dan arkadaşlar. Kahramanlık boylu poslu adamlara yaraşır, anasıyla beş dakika telefonda görüşeceğim diye komutanlarına yalan söyleyen bu çocuklara değil. Arkadaşlarım geldi aklıma… Mustafa, Yıldırım, Hasan…
Üstünden yıllar geçmiş.
Hâlâ kendini Allah yerine koyup ona buna şehitlik dağıtan iktidarlar…
Hâlâ kendi çocuklarını göndermedikleri bir bataklığa asker göndermek söz konusu olduğunda tezkereye onay veren muhalefet…
Savaşı en çok isteyenler, hâlâ yoklar savaşta.
Ne değişti peki?
Sadece Şırnak’ta değil Suriye’de de ölüyor artık çocuklar.