“Niye çattın kaşlarını
Bilmiyom yâr suçlarımı”
Çocuk masumiyetinde bir türkü… Suçunu bilemeyen koca bir adam… Dünyayı tanımaya başlayan bir çocuk kadar şaşkın… Sevdalandığı kadın kaşlarını neden çatmış, bunu dahi bilmiyor. Bir kaş çatma dahi öldürüyor Neşet Usta’yı. Kaşların çatılmasından sonra bin bir düşünce, bin bir acı… Kendini suçlamalar…
Bozkır kokulu adam, akşam olduğunda bozkıra dalıp bir sigara yaktığın zaman sevda mı içini ezer? Seni uzaklara bakmaya iten, seni çocuk masumiyetine sokan sevda mı sadece? Gönlü senden olmayanı, gözü seni görmeyeni sevmek ağırdır. Hak etmeyeni sevmek yürek yarası Neşet Usta… Yürekte… Yara…
Bülbülde avaz, bülbülde figan, bülbülde Mecnun halleri… Ama gül… Gül, gül değil Neşet Usta. Gül, güllüğünü bilmiyor. Gül, gül değil. Gül vefasız… Gül… Leyli… Leyli, leyliliğini bilmiyor.Leyliler leyli değil.
“Ben yandım aşkın narına
Meyletmem dünya malına
Ölürsem mezarıma gelme
Gelme gayrı, gelme leyli leyli… Gelme leyli leyli…”
Sevip de karşılık bulamayan adam, sen bunu da atlatırsın. Bir çırpıda değil Neşet Usta, bir çırpıda değil… Zamanla, insan, zamanla atlatır, büyür; zamanla unutur. Tez unutmalar, unutma değil. Tez unutmalar, hayra değil. Unutmanın da bir yolu yöntemi vardır. Zamanla…
Esmer buğday yüzlü adam seni üzen aşk mıydı sadece? Leyli mi yaraladı seni bir tek? Seni Leyla değil, seni sahipsizlik yıktı asıl. Seni, bozkır yanığı adam, seni, gurbet Almanyalara iten nedenler yıktı. Başka bir şey değil. Başka hiçbir şey değil… Başka hiçbir şey… Hiçbir şey… Hiç… Bir… Şey…
Sadece Leyli yaralamış olaydı seni, tek derdin Leyli olaydı “Git” derdim, “Sevdiğine git, bırakma onu” derdim. Derdim bunu. Derdim de senin yaran sadece Leyli değil ki… Sen sadece aşkın narına yanmadın. Sadece Leyli yıkmadı seni. Seni aşkın narı yakmadı; seni en çok da beş parasız kaldığın günler yaktı. Yaktı da sen yine de dünya malına meyletmedin. Bu yoksulluğu hiç dillendirmedin. Beş parasız kaldın da kimselere derdini açmadın. Hiç kimselere… Kimselere… Hiç ama… Ama… Hiç… Demedin, demedin ellere ellere…
Sen çok insansın, Neşet Usta, sen naif bir adamsın. Yalın ayak koşan çocukların sevinci var kocaman yüreğinde. Konser sırasında “Saygısızlık olmazsa ceketimi çıkarabilir miyim?” diye izleyiciden izin alan adamsın. Sen neden bu kadar insansın sahi Neşet Usta? Neden?
Sen dünya malına meyletmezsin, bunu herkes bilir. Herkes ama… Beş parasız kaldığın halde gençlerin cigara parasını almamak için parasız konser vermedin mi? Bilmiyor muyuz bunları? Ama parasız kaldığını neden hiç demedin? Para neymiş senin yanında bozkır kokulu adam. Senin pahanın yanında para ne ki? Dünyanın paraları toplansa senin değerin etmez. Para, kurban olaydı sana.
Aşığı bir kaş, yiğidi yoksulluk utandırırmış.
Sevdiğin kaşlarını çatmış. Şaşkınsın, mahcupsun. Bu mu dert? Seni hak etmeyenin çattığı kaş sana işlemesin. Leyli’yi unut… Sana hayır yok ondan işte. Boynu devrilsin o Leyli’nin. Ocağına ateş düşsün yoksulluğun!
Gidecek misin? Gurbet Avrupa’ya mı gideceksin? Gurbet Almanya’ya… Almanya’da bozkır yok Neşet Usta. Almanya’da bozkır ne gezer? Soluk alamazsın sen oralarda. Bozkır kokusunu özlersin sen, dayanamazsın. Leyi’yi bilmem Neşet Usta, onu bilmem ama sen gidersen saçımızı başımızı biz yolarız da Leyli’yi bilmem. Sen gitme ne olur! Sen de gitme. Suç sende değil Neşet Usta’m, suç sende değil; suç senin gönlünde. Söz geçirmediğin gönlünde suç… Suç, seni sahiplenemeyen bizlerde…
Bir vefasızı sevdiğin zamana yazık gönlü bozkır hüznü adam… Sana bir kere olsun “Üzülme” demeyen, “Seni incittim mi?” demeyen, seni kaybetmek korkusu duymayan bir kadını sevdiğin zamana yazık!
Sen bir gün elini yüreğinin üstüne koydun:
“Burası var ya, taşa toprağa gerek kalmadan insanın gömüldüğü yer.” dedin.
Buğday, sabah kuşları kokulu adam sen çok temizsin. Çaban hoş, çaban anlamlı, çaban insanca, çaban tam bir seven adam çabası… Çaban iyi hoş da bu kadarı da fazla Neşet Usta, bu kadarı da fazla… Ben öldükten sonra “Leyli saçını yolmasın” demişsin ya… Dağ koyaklarında, bir duldada kalmış karlar gibi temiz adam, çocukça gönül koymuşsun. Leyliler ne anlar senin kardan beyaz yüreğini, ne bilir çocuk masumiyetini? Gönül koymanın ne olduğunu Leyli ne bilir?
– Leyla sevmek, hep böyle midir?
Bunu bana değil bozkırların hüznü, bunu bana değil; sen bunu Mecnun’a sor.
Sen ölürsen Leyli mezarına gelmez. Bu kesin. Sen yaşarken gelmeyen, sen öldükten sonra gelse ne çare? Ne çare garip Neşet Usta’m ne çare… Gelmesin de. Senin bozkır yanığı hüzünlü yüzünün arkasındaki kederi göremeyen kadın gelmesin. Ama onun yalnızlığı Neşet Usta’m, Leyli’nin yalnızlığı büyük olacak. Kendini seveni sevemeyen kadınların yalnızlığı büyük olur. Bu ceza bir kadını mahveder Neşet Usta’m, diri diri yakar.
Nereden bildiğimi sorma, ne olur bunu sorma! Demem çünkü.
Bozkırın ortasındayız Neşet Usta ve ben. Neşet Usta, uzaklara bakar. Çok uzaklara… Neşet Usta’nın bir gözünde Leyli, bir gözünde gurbet Almanya… Neşet Ertaş’ın bir gözünde Leyliler ağlar, bir gözünde Almanyalar… Benim iki gözümde Neşet Ertaş ağlar, bozkırlar ağlar. Neşet Ertaş kendine gurbet olmuş. Neşet Ertaş’ın iki gözü iki çeşme… Bir gözünde bozkırlar, bir gözünde yoksulluk ağlar.
Nereden biliyorsun, deme. Deme Neşet Usta, sorma bunu. Demem çünkü.
Amma velakin… Ezcümle ha söyle de söyle!