I.Yazı >>
Yazarımız Hasan Öztürk’ün, Sanat Cephesi dergisinin 1.Sayısında yayınlanan yazısından alınmıştır.
İzmit’te Seymen diye bir askeri birliğe götürdüler BİT elemanlarını ve izleyicilerin hepsini. İşin kötü yanı çeşitli koğuşlara dağıttılar onları. Orta Yaşlı Adam’ı Ülkücülerin koğuşuna koymuşlardı. Yalnız değildi orada, kendisi gibi orta yaşlıları ve bedenen engelli olan komünistleri bu koğuşa vermişlerdi. 12 Eylülcüler sağcılarla solcuları aynı koğuşlarda tutacaklarını iddia etmişler ve birçok yerde de bunu başarmışlardı. Sayıca aynıydılar sağcılarla solcular; gelin görün ki birçok adam öldürmüş, her biri ızbandut gibi genç ülkücülerin karşısında üflesen yıkılacak, orta yaşlı solcuları seçip aynı koğuşa koymuşlardı. Bir altmış beş boyunda altmış beş kiloluk İsmail Beşikçi de bu solcuların içerisindeydi. Milliyetçiler tahrik edilmek için uğraşılıyordu sanki…
Günler zor geçiyordu Orta Yaşlı adam için. Bir şeyler yazmayı düşündü ama, ortam o denli gergindi ki, bir konuya yoğunlaşıp bir şeyler üretmek olanaksızdı. Bu durum fazla uzun sürmedi, bir gün yemekte iki taraf birbirine girdi ve tutukevi ayaklandı, bunun üzerine yönetim geri adım atıp komünistleri diğer koğuşlara, arkadaşlarının yanlarına aldılar. Yine dağınıktı BİT’liler. İki koğuşta toplanmışlardı. Orta Yaşlı Adam’ın koğuşunda oyuncu kadrosundan pek kimse yoktu.
Bu tutukevinde Marmara Bölgesinin diğer illerinin komünistleriyle birleşmişlerdi. BİT’in çalışmaları ballandıra ballandıra anlatılmıştı diğer illerden gelenlere. Aynı katta bulunan iki koğuşun komünistleri görüşebiliyordu. Diğer koğuştaki BİT’liler toparlanıp bazı gösteriler sunmuşlardı diğer illerden gelen arkadaşlarına. Beğeni toplamışlardı kuşkusuz, ama repertuar olarak çabuk tükenmişlerdi. “Ne yapabiliriz?” diye sordular gelip Orta Yaşlı Adam’a. O da kendilerine masal yazıp vermeyi önerdi, çok sevindiler. Orta Yaşlı Adam’ın yazdığı güncel masallar beğenilmişti. O masallar uzun süre ciddi bir güldürü unsuru olarak sürecekti ileriki yıllarda da…
İki ay kadar Seğmen adlı askeri birlikte kalan BİT’liler Konca denilen Gölcük’teki denizcilerin üssüne gönderildiler. Tüm bölgenin komünistleri tek bir koğuşta toplanmışlardı. Üç yüz metre kare kadar olan bu koğuşta iki yüzün üstünde komünist toplanmıştı. Orta Yaşlı Adam içinden aksilik olmazsa bir tiyatro binamız oldu sanırım diye geçirdi. Üstelik iki yüzün üzerinde hazır izleyicisi olan bir tiyatro.
Herkes BİT’lilerin sahnede ne yapabileceklerini merak ediyordu. Oyuncular yeniden sahneye çıkmak için sabırsızlanıyorlar ve hocaları olan Orta Yaşlı Adam’ı yeni bir oyun için sıkıştırıyorlardı. Adam düşündü ve kadroyu toplayarak Levazım’da oynadıkları son oyun olan Adsız Oyun’u burada da oynayacaklarını söyledi. Zonguldak Karabük’ten tiyatroyu çok seven Doktor Mehmet Çelen’i de (Bu sanatsever dostumuzu bir trafik kazasında yitirdik) kadrolarına alarak ona kısa bir rol yazıp oyuna ekledi Hoca. Sesi güzel olan Doktor Mehmet hapiste yanık bir türkü söyleyecekti.
Provalar başladığında Hoca şaşırdı. Tüm oyun ezberlerindeydi oyuncuların. Bir kez oynamışlardı, aradan üç ay gibi bir zaman geçmişti unutmamışlardı repliklerini. Birkaç provayla oyun oynanacak hale gelmişti. Provalarını ranzalarla kendilerine yaptıkları bölümde komutanlıktan gizli yapıyorlardı ama, oyunu gizli oynamaları olanaksızdı. Komutanlık böyle bir çalışmaya izin vermezdi. İzin alabilmek için arkadaşlarını işkencelerde öldüren 12 Eylül’ü alkışlayan bir oyun koymaları gerekirdi; bunu da kendileri yapamazlardı; karşı tiyatroydu onların tiyatrosu.
Tiyatrocular komün yönetimine hazır olduklarını bildirdiler. Komün yönetimi ufak bir araştırmayla iç ve dış nöbetçi düzeninin uygun olduğu bir akşamı oyun için belirledi.
Oyun çok sevildi ve beğenildi. Oyunun metninden çok oyuncuların gösterdikleri başarı alkışlandı. Askeri tutukevi koşullarında, yasaklara karşın konulan oyunda teknik eksiklerin çok olacağı açıktır. Ancak, komünistlerin yaratıcılığı birçok eksiği görünmez hale getirmeye çalışarak izleyicileri hayal dünyasında gezintiye çıkarmasını bilmiştir. İki kalas bir heves denilen bu tiyatro çalışmalarında oyuncuların makyajını görenler çok şaşırmıştır. Resim öğretmenleri Bursa’dan İsmail Somuncu ve Kastamonu’dan Cemil Baykal yalnız makyaj konusunda değil, aksesuar ve dekor konusunda da harikalar yaratarak KİT’in başarılarına büyük katkıda bulunmuşlardır. Adını yanlış yazdığımı sanmayın, Konca Askeri Tutukevi’ne gittiğimizde BİT’in adı yeni katılımlarla KİT olmuştu; yani,”Konca İşçi Tiyatrosu.”
Bu çalışmalar yapılırken, sorgulardan çıkmış, ruhsal ve bedensel işkencelerden geçmiş onca insanın psikolojik durumunu atlamamak gerekir. Gece herkes uyuduğunda bir nöbetçi kalırdı uyumayan. Nöbetçilere Orta Yaşlı Adam eşlik ederdi geceleri. Sahneleyeceği yeni oyunu yazmak için herkesin yatmasını beklerdi. Konusuna yoğunlaşabilmek için sessizlikti aradığı. Üç katlı ranzalarda yatardı tutuklular. Öyle zamanlar olurdu ki geceleri üç katlı ranzaların her katından çığlıklar ve inlemeler duyulurdu; işkenceler sanki orada da sürüyormuş gibiydi. Bazıları da dışarıda bıraktığı ve şu anda ne durumda olduklarını bilemedikleri eşi ve çocuğuyla konuşurdu. Bu insanların gülmeye ve güzel düşler görmeye gereksinimleri var diye düşünürdü Orta Yaşlı Adam. Bir yandan uzun oyunlar yazıp arkadaşlarının düş dünyalarını genişletir diğer yandan da kısa skeç ve parodiler yazıp onları bol bol güldürürdü.
KİT’e girip tiyatroyla sıcak temasta olmak isteyen bazı arkadaşlarda katıldı aralarına. Adapazarı’ndan öğretmen Faik Bostancı, Bursa’dan Kenan Tığlı ve M.Nuri Planya, Bandırma’dan Sıtkı Değirmenci, Adapazarı’ndan Rahmi Dede, yeteneğini geç keşfettiğimiz Zonguldaklı Eşref Çakar bunlardan bazılarıdır. Erol Kutlu, Recep Tunca ve Mehmet Ünlü teknik ekipteydiler. Çetin Alpdündar, Muzaffer Duymaz ve Yılmaz Özyurt oyunların müziklerini yaparlar ve gerekirse gitar ve utla oyunda canlı müzik yaparlardı. Bir trafik kazasında ölen Ayhan Rona da çok iyi çaldığı bağlamasıyla oyunlarından birine canlı müzik yapmıştı. Müziği olanaklar ölçüsünde kullanmaya çalışılıyordu sahnelenen bu göstermeci oyunlarda Yönetmen. Yapılan tiyatro çalışmalarına Adapazarı’ndan Rauf Güler ve Zonguldak’tan A. İhsan Bilgen birer oyun yazıp sahneleyerek katkıda bulunmuşlardı. İlkin Konca’da sahneye çıkan Rahmi Dede dışarıda Tiyatro çalışmalarını halen sürdürmektedir.
Eğlendirici ve düşündürücü olan bu oyunlar bazen didaktik olmuyor değildi. Komün yaşamında buna çok gereksinim vardı. Komünistler örnek olmalıydılar herkese, onun için de yanlışlıkları asgariye indirmek zorundaydılar. İki yüzün üzerindeki bu toplulukta bazıları vardı ki parti stajından geçmemiş, yalnızca sempatizan olarak alınmışlardı içeriye; bunlar her duruşmada tahliye olabilirlerdi. Bir de partili oldukları halde çabuk yorulan, gerekli direnci gösteremeyen komünistler vardı. Onlar da dışarıya çıkma hayaliyle yaşıyorlardı. Her duruşma öncesi bu iki grup dışarıya çıktıklarında neler yapacaklarını konuşur, bazısı ağızlığını, bazısı komünün kendisine verdiği haftalık sigaradan bir kısmını arkadaşlarına verirdi. Çıkama olasılığı olmayanların ailelerine uğrama sözü verirdi.
Ertesi gün duruşmada kimse tahliye olmaz, bu arkadaşlar büyük bir düş kırıklığı içerisinde koğuşa dönerler ve yataklarına atıp kendilerini yüzlerine nevresimlerini çekerlerdi. Hem kendilerini çok üzen ve hem de çıkma olasılığı olmayan arkadaşlarını moralini bozan bu tutum karşısında Orta Yaşlı Adam bir skeç yazma gereğini duydu. Skecin adı: SIK MAÇAYI KURTAR PAÇAYI idi. Duruşma öncesine hazırladı KİT’liler oyunu ve oynadılar. Oyun öyle etkili oldu ki, o günden sonra hiçbir duruşma sonunda önceki gibi moral bozucu haller olmadı.
Duruşmalar başlayacağı günler de konan bir oyun, içerideki 12 Eylül’ün kukla mahkemeleri karşısında bu topluluğun dimdik durmasında ve sonuçta tüm tutukluların ortak savunma yapmasında etkili olmuştur. Bu toplumsal gerçekçi oyun ve daha sonraki oyunlar, kuşkusuz topluluğun faşist baskılar karşısında dik durmasına hatırı sayılır bir düzeyde yardımcı olmuştur. Konca’da Komünistlerin Dördüncü Koğuşta kurdukları örnek komünün en önemli başarılarından biri de yaptıkları sanatsal çalışmalardır. Tiyatro oyunlarının yanında yapılan şiir ve diğer kültür ve sanat etkinlikleriyle örnektir Konca komünistlerinin komünü.
Tiyatrodan söz ederken, o gecelerin vazgeçilmez bir parçası olan masallardan da söz etmek gerekir. Her oyundan önce bir masal anlatırdı Masalcı Dede. Komünün masalcı dedesi Mehmet Düzgün adlı aynı zamanda iyi bir oyuncu olan, Bursalı bir işçiydi. Dördüncü çocuğu da içeriye alındıktan sonra olmuştu Mehmet’in. Derdi çoktu; ancak o, tiyatroda hem kendi eğleniyor ve hem de arkadaşlarını bol bol güldürüyordu. Masal anlatmak için ortadaki ranzanın en üst katına çıktığında Dede Korkut karşınızda sanırdınız. İsmail ve Cemil Hocaların makyajı ve bizlerin giysilerinden okus pokusla elde ettikleri tarihi giysiler ve başındaki kavuk bambaşka biri yapardı Mehmet Düzgün’ü. İlk çıktığında herkes Masalcı Dede’in kim olduğunu tanıyamayıp birbirlerine sormuştu. Mehmet, Orta Yaşlı Adam’ın yazıp kendisine verdiği masalı yeniden yazardı. Onu görenler ne yaptığını merak edip yanına gittiklerinde gülmekten kendilerini alamazlardı. Mehmet yazıda ne kadar nokta, virgül, satırbaşı ve bilumum yazım kuralı varsı kaldırıp aynı sözcüklerle yeni bir metin oluşturuyordu. Hocanın yazdığı haliyle metni okuyamadığını, kendi aynı metni yazım kuralsız düzensizleştirdiğinde ancak okuyabildiğini söylüyordu…
30 Aralık 1981 tarihinde oynadığımız oyun Sosyete Muhasebecisi’ydi. İzleyicilerden Sadık Özekinci’nin (onu da bir trafik kazasında yitirdik) oyunu izlerken gülmekten düşüp bayıldı. Bu oyun bittiğinde vakit çok geç olmuştu. Ertesi gün yılbaşı ve görüşme vardı. Makyajını üşendiği için silmeden yatıp uyuyan oyunun başrol oyuncusu Mustafa Palaz, ertesi gün babası ziyarete geldiğinde arkadaşlarınca uyandırılıyor. Acele giyinip demir parmaklı pencereye koşan Palaz’ı gören babası inanamıyor karşısındakinin oğlu olduğuna. Oğlu konuşunca durumu anlayan baba;”Bu ne hal?” diye soruyor oğluna. Durumun ayırdında olmayan Mustafa: “Ne olsun ki halimde baba, iyim ben?” deyince. Emekli bir öğretmen olan babası: “Daha ne olsun oğlum, biz seni düşüncelerinden dolayı burada hapis yatıyor sanıyorduk, sense soytarılık yapmak için gelmişsin buraya, baksana haline?”diyor…
Yedi oyun, bir pandomim, epeyce de skeç ve parodi sahneledi komünistlerin tiyatrosu. Yasaklara karşın yaptı bu çalışmaları. Hangi subay dış nöbetçi, hangi gardiyanlar iç nöbetçisi onlara dikkat ederek en uygun gecede koyarlardı hazırladıkları oyunu. Bazen karşıki koğuştan, başka politik görüşten olanlar da gardiyanlardan izin alıp oyun izlemeye gelirler ve şaşkınlıklarını gizlemeyen sözcüklerle överlerdi KİT topluluğunu.
Ne yazık ki yazılan bu oyunlar ezberlendikten sonra yırtılıp atılmıştır. Üç yıl iki radyoyu komutanlıktan gizleyip TKP’nin sesini düzenli dinleyen bu insanlar kuşkusuz birer nüsha saklayabilirlerdi yazılan oyunlardan. Ancak, Orta Yaşlı Adam, her yazdığı oyunda daha yetkinleştiği için eksikleri olan bu oyunların saklanmasını istemedi. İçlerinden herkesin çok beğendiği İlmik İlmik adlı oyun erken tahliye olan Zekeriya Çölok adlı arkadaşlarının parkasının omzuna dikilerek dışarıya gönderilmişti. Hoca’nın dışarıda oynanması için yazdığı “Bebekler Doğacak” adlı oyun, erken tahliye olan Rıza Kır adlı arkadaşlarınca önlem alınmadan çıkarılmak istenmiş, oyuna tutukevi komutanınca el konmuş, yazmanın tutukevinde yasak olduğu gerekçesiyle oyun sobaya atılmıştır.
Aslında tutukevi komutanı tarafından yakılmak istenen, yazılan oyun değil, oyunu yazan kişidir; ancak, o kadarına gücü yetmektedir İlker binbaşının. En başlarındaki komutan ne diyordu? “Asmayalım da besleyelim mi?” Hem besleyip, üstelik de sanatların en tehlikelisi olan tiyatro yapmalarına izin veremezlerdi doğal olarak!..
Orta Yaşlı adam arkadaşlarının da özendirmeleriyle, hapisten çıktıktan sonra yazmayı sürdürdü. Otuzun üzerinde oyun yazdı ve bunlardan dokuz oyun Devlet Tiyatrosu repertuarına alınarak dördü sahnelendi. Adam, İzmir Selçuk ilçesinde kurduğu Belediye Efes Tiyatrosu’nda kendi yazdığı yirmi dokuz oyunu sahneledi. Birçok Profesyonel ve amatör tiyatroda oyunları sahnelendi. “Çürüme” adlı bir öykü kitabı Kültür Bakanlığınca basıldı. Çınarlı Köyün Muhtarı adlı bir biyografik romanı ve Zaman Tüneli adlı bir ilk gençlik romanı basıldı. Yani anlayacağınız TCK’nun141. Maddesi bir yazar daha yetiştirdi ülkemizde.
141 ve 142. Maddelerin kalkması kötü mü oldu ne?..