Artık girmeyen kalmadı, herkes internette. Mankeni, tacizcisi, Mahzun Kırmızıgül’ü (benim gönlümde zurnanın zırt dediği yer), şeriatçısı, bilim adamı herkes ‘online’.Taşraya kadar ulaşan cafeleriyle, kişi başı ikişer üçer e-posta adresleriyle, kendi web sayfalarını hazırlayan futbol adamları ve pop yıldızlarıyla, siyasi partilerle, mp3 sevdasıyla, sulu ve mevcut olmaması halinde hiç kimsenin hiçbir şey yitirmeyeceği ‘forward’ mahsülü e-maillerle, şununla bununla ulusça internetteyiz.
Benim evimden ilk internet bağlantısı kurmamdan bu yana 3 yıl geçti. Bu süreden beridir hayatımda da önemli değişiklikler oldu doğal olarak. Bilgisayar ve internetle en alakasız olduğunu zanneden kişilerin bile hayatları internet öncesinde olduğu gibi değil. Elbette ki yeni anlamış değilim internetin havasını suyunu. Ancak benim kastettiğim tam olarak şudur: Eğer Elazığ’da iki farklı internet cafede iki Türk vatandaşı birbirini sohbet odalarında bulabiliyor, hatta ‘chat’ sırasında tartışmaya başlayabiliyor, hatta hatta buluşup kavgaya tutuşup en nihayetinde birbirlerini bıçaklayabiliyorlarsa söz ettiğim kavramı gerçekten -bu olayın özelinde olmak üzere- ancak içselleştirebilmişiz demektir ve bu yazının konusu olabilmesi açısından zamanı ancak gelmiş ve olgunlaşmış demektir bana göre.
5 ay önce bilgisayarımın bozulmasıyla birlikte 3 ay kadar sürecek olan bilgisayarsız ve internetsiz günlerim-gecelerim başlamış oldu. Bu sayede de son derece nostaljik tatlar alarak uzun zamandır ihmal ettiğimi gördüğüm uğraşılarıma eğilme fırsatı buldum. En basiti kağıttan müteşekkil bir şiir kitabı okudum. Monitöre bakmadan bir şeyler okumayalı çok ciddi zaman geçmiş meğer. Gazeteyi gazetenin kendisinden okumaya başladım mesela. Okuduğum gazetenin kimi sayfalarını aile fertlerine paylaştırmanın mutluluğunu yaşadım. Bilgisayarım tamamen kullanım dışı olduğundan hiç MP3 dinlemedim ve o dosya sıkıştırma programının sıkıştırdığı seslerin aslında müzikten çok önemli tatları yolup kopardığını ve müziğin kulaktan ziyade kalbe ve damarlara giden kısmını yitirdiğini bu konuyla ilgili birşeyler de okuyunca farkettim. Oysa ne kadar keyifliydi ilk kez MP3 formatını keşfetmek benim için. Bir müzisyenin tüm kariyeri boyu yaptıklarını, tek bir cd içinde toplanmış olarak, sokakta ne sattığını asla bilmeyen ve de asla bilemeyecek olan, anlaşılması zor bir Türkçe konuşan kara ve çatık kaşlı adamlara verilen 2 Milyon TL karşılığı edinmek ne kadar da hedonist zevkler içermekteydi benim için. Ancak işin diğer tarafını, yani müzikteki kayıpları ve sesteki erozyonu ancak eski biçimde müzik dinlediğim zaman farkedebildim (işin telif hakları tartışmasına girmek istemiyorum). Bu arada MP3 dinlemeyi bıraktığımı söyleyemeyeceğim. Hatta şu satırları yazdığım sırada da dinlemekte olduğumu itiraf etmek zorunda bile hissettim kendimi. Demek ki bilgisayar ve bilgisayarın burnumuza dayadığı teknolojik rahatlıkları ve ucuzca erişilebilen şeytani zevkler içeren unsurları eleştirsem bile onlardan kaçıp kurtulmak ve de reddetmek o kadar kolay değil benim için.
İnternet öncesi dönemde önemsediğim herhangi bir konuya, kitaba, esere ulaşmak için aşırı çaba gösterirdim; bunu anımsadım ister istemez. Mesela bir kitap arıyorsam sahafları, kitapevlerini gezerdim güneşli ya da yağmurlu havalarda. Ve sonuçta ulaşabildiğim bir şeyler olabiliyor idiyse, zahmetli, yorgunluk ve merak dolu araştırma sürecinin sonunda ulaştığım için, bunun bana yaşattığı tatmin daha yüksek olmaktaydı. Ya da bir yabancı şarkı sözü gerekli olmuş ise kaset (cd, md yok o zamanlar) defalarca geri-ileri alınmak ve birkaç kişinin kulak ve beyin kabartması suretiyle bir türlü tam olarak anlaşılamayan o yuvarlak sözcüğü çıkarmaya uğraşırdık, sonunda İngilizce öğretmenlerimize götürecek kadar büyütürdük meseleyi. Bilgisayarım çalışıyor olsaydı internetten 10-12 saniyede bulabileceğim bir şarkının sözlerini bahsettiğim yöntemle teyp kasedinden dinleyerek çıkarmaya gayret ederken internetsiz günlerimi ve gecelerimi andım ister istemez.
Bu romantik, pozitif ve nostaljik sürecin sonrasında siber meydana döndüm kaçınılmaz olarak: Elektronik posta kutumda birikmiş onlarca postayı temizleyerek başladığım bu dönüş süreci sonrası biraz farklı bir noktadan çevremde olup bitenleri izlemeye başladım. En başta internette geçirilen gerekli olan ve olmayan zaman harcama meselesini fark ettim. Çok gerekli olmasa da, nasıl olsa aylık sınırsız internet bağlantısını peşin ödediğim için her gece saatlerce hatta olmak zorundaymışım gibi bir gelenek oluşmaya başladı ve bu konuda yalnız olmadığımı da görmeye başladım. Ne de olsa ortalama bir Türkiye vatandaşı parasını peşin ödediği herhangi bir hizmetten o hizmetin canını çıkarıncaya kadar yararlanmak ve tüketmek ister. Bu konuda istisna olamadığım açık olarak görülebilmektedir. Çok fazla gerekmese de internete girmeden duramaz bir hale gelmiştim. Bir çok kez, bağlandıktan sonra, şimdi hangi sitelere girsem ki, diyerek monitörün başında boş oturduğum anlar bile olmuştur… Bir tarafımın “kalk kitap oku işte, demek ki zamanın boş” demesine rağmen.
Ve artık gerçekten işi olanı da olmayanı da, birileriyle tanışmak için, zaman geçirmek için, birilerine sataşıp rahatlamak için bu kadar çok vatandaşımı nette görür olunca, aynı zamanda sapır supur e-postaları ve anlamsızca çoğalan web sayfalarını gördükçe bu işlerle uğraşan insanların internet öncesi hayatlarını merak etmeden duramaz oldum. Bu espritüel, çevik, yaratıcı ve zeki insanlar daha önce nerelerdeydi gerçekten. Geceleri nasıl zaman geçirirlerdi acaba? Hayatları boyunca el yazısıyla bir kağıda duygularını, düşüncelerini, karanlıklarını vesairelerini mektup olarak yazma ve değer verdiği birilerine yollama (‘forwarddan’ biraz daha zahmetli korkarım) beceri ve cesaretini gösterebilmişler midir acaba? Aynı şekilde birilerinden sahici mektup almışlar mıdır? Hiç sanmam… Ya da bir chat odasında devleşe devleşe, kükreye kükreye komiklikler yapan bu cin aliler reel yaşamda ne kadar devler acaba? Yüzyüze insan ilişkilerindeki rahatlıkları ve yaratıcılıklarının sınırı ne ola ki? Bu arada, bu cin aliler bir elektrik kesintisi anında ne yaparlar içinde bulunduğumuz günlerin gecelerinde? Bir mum yakıp ne ile meşgul olabilirler mesela? Biraz kendi nefeslerini ve iç dünyalarını dinleyebilirler mi acaba? Maillerine bakmadan uyuyamayan bu insanlar, bu maillere baktıklarında çok mu derin ve yüce konularla iştigal ediyorlar acaba? Sulu sepken resimler, fıkraları görmeden rahatlayamayan bu tür cin alileri internetten uzak kalmakla lanetleyesim geliyor.
Her tür yeniliği ve teknolojiyi biraz geç edinen ve edindikten sonra biraz daha da gecikmeli olarak algılayabilen insanların çoğunlukta olduğu bir ülkede yaşıyoruz. İnternet denen olguyu ise doğru yerinden ve başından algılayabilmiş kişilerin azınlıkta; yanlış ve arka tarafından algılayan insanların çoğunlukta veya daha fazla ortalarda olmalarını bir geçiş süreci sancısı olarak görmeye çalışarak rahatlamaya çalışıyorum kendimce.Peki buna inanıyor muyum? Maalesef hayır.