Günümüzde Kızılderili Edebiyatını oluşturmuş olan akım, geleneksel sözlü hikâye anlatımından ortaya çıkmıştır. Hikâye anlatımı insanoğlu için daima hayali ve yaratıcı bir deneyim olmuştur. Yerliler, bu deneyim içerisinde, çocukların hikayeleri dinleyerek büyüdüklerini ve böylelikle de olgunlaştıklarını söylerler. Kızılderililere göre, hikâye duymayan çocuklar kötü yetişebilir ve iyi kalpli yetişkinler haline gelemeyebilirler. Bu inanca göre, yeni nesil bir yandan eğlendirilmeli, diğer yandan ise eğitilmelidir. Eğitim kaçınılmaz olduğuna göre hikâyelerle eğitmek en doğru yollardan biridir.
Kızılderili Edebiyatı’nı anlamak için gerekli olan bilgi; tarihi, mitolojiyi, ve bu kültürün kendine has inanışlarını içinde barındırır. Sözlü edebiyat, bu zengin kültürün özünü oluşturmaktadır, dolayısıyla vazgeçilmez bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Yazılı edebiyatın eksikliği ya da azlığı çoğu zaman beyaz ırk tarafınca kullanılan bir ifadedir ve bu ifade yeterince objektif değildir. Ortada oldukça zengin bir edebiyat olmasına karşın, ne yazık ki bu göz ardı edilmiş ve yazılı olmadığı gerekçesiyle pek önemsenmemiştir. Oysa yerliler, neredeyse tüm gelenek, görenek, inanç ve değerlerini çeşitli mitlerle süslemiş, bunları hikâyelerinde kullanmış ve mizahla yoğurmuştur. Ardından tarihsel zenginlikle donatıp yeni nesillere sunmuştur. Hikâyelerin akılda kalmasına ve kulaktan kulağa aktarılmasında da elbette bunlar etkili olmuştur. Bilinmesi gereken bir diğer unsur ise bu insanların yazılı edebiyata gereksinim duymayışlarıdır. Sözlü anlatımlarla kendilerini çok güzel bir biçimde ifade edebilen yetenekli kabile üyeleri, kişisel hayat tecrübelerini de hikayelerine katmaktadırlar. Bu tip bir paylaşım onlar için haz ve huzur vericidir. Bir nevi meditasyon işlevi vardır.
Hikâyelerde bilgi aktarımı büyük rol oynar ve günlük olaylar çeşitli doğa üstü olaylarla bütünleşmiş olarak karşımıza çıkar. Hikâye anlatıcıları, tıpkı tarih bilimcileri gibi hareket eder. Dolayısıyla her hikâyenin bir tarihi, bir de vermesi gereken önemli bir mesajı vardır. Bunlar, bazen şaşırtıcı olabilecekleri gibi aynı zamanda trajik ve komik öykülerdir. Dinleyiciler öğrenci, anlatıcılar ise öğretmen konumundadır. Simon Ortiz ‘Survival This Way’ adlı kitabında şu sözlere yer verir: ‘Hikâye anlatmalısın. Hayatın anlam içermesi ve devam edebilmesi için bu kaçınılmazdır.’ (Bruchac 1987: 228) Böylelikle geçmişin derinliklerinden gelen öyküler, vazgeçilmez hikâyeler olarak yeni nesillere ulaşmaktadır. N. Scott Momaday ‘The Man Made Of Words’ da şöyle yazmıştır: ‘Hikâye anlatımı hayal ürünüdür ve doğa yaratıcıdır. İnsanoğlu kendi deneyimlerini anlayabilmek için hikâye anlatır. Bu ne olursa olsun, ne tür bir tecrübe olursa olsun, insanları bir araya getirir. Hoş bir paylaşım duygusu tadılır.’
Bu aktarım esnasında hikâye anlatıcılarına önemli bir görev düşer. Tüm hüner ve beceriler, vücut dilini doğru kullanma, ses ve ton ayarı gibi unsurlar hislerin doğru aktarımında önemli rol alır. Geçmişteki her olay böylelikle günümüze taşınır ve kültürel bir paylaşım gerçekleşir. Bu paylaşım zevkle , coşkuyla gerçekleşir. Kızılderililer, bu iletişim köprüsü sayesinde ortak bir güç etrafında toplanır ve problemlerine ortak çözümler üretirler. Bu topluluk ruhu sayesinde kendilerini birer birey olarak değil, büyük bir aile olarak görürler. Davranışları da tamamen bu paylaşıma dayanır. Eski bir atasözü şöyle der: ‘Kızılderililer diğer insanlardan farklı düşünürler. Beyaz ırka göre zenginlik maddiyata bağlıdır. Oysa bizlere göre zenginlik ailedeki, klandaki kişi sayısıdır. Bir klana bağlı olabilmek, ya da akrabalık derecesi esas zenginliktir.’ Ne yazık ki bu inanış, günümüz Amerikan kültürüyle pek bağdaşmaz. Bilgelik, yaşlılık ve saygınlık, yerliler için izinden gidilmesi gereken üçlü bir yoldur. Ve bu yolda yürümek insanın yararınadır. Kızılderililer klan ayrımı yapmaksızın bu yolda yürür ve herhangi bir ayrım gözetilmez. Kişisel zaferlerin bu yolda bir değeri yoktur. Ben merkezci olmayan, birlik ve beraberlik içinde hareket eden bu insanların dilleri incelendiğinde de ‘ben’ kelimesinin olmadığı görülür. Onun yerini ‘biz’ sözcüğü almıştır. Bu tek kelime bile bizlerde hayranlık uyandırabilir.
Hayranlığa bile sebep olan bu tip paylaşımlarda, büyükannelerin ya da büyükbabaların payı büyüktür. Büyükanneler kutsal yaratılış hikâyeleriyle geçmişi günümüze taşır çünkü geçmişe en yakın onlardır. Torunlara anlatılan öyküler aracılığıyla, kabiledeki en yaşlı birey ile en küçük birey arasında özel ve kuvvetli bir bağ oluşturulur. Hatta bu bağı daha da sağlamlaştırmak amacıyla çocuklara ‘küçük büyükanne” ya da ‘küçük büyükbaba’ lakapları bile takılır. Bu isimler aracılığıyla da kuşaklar arasındaki fark kapatılmaya çalışılır. Büyükanneleri ise anneler takip eder çünkü kadınlar hikâye anlatım ve aktarımında daima belirgin bir yere sahip olmuşlardır. Kültürel zemini oluşturan ve toplumsal değeri aktif olarak ileten ya da iletilmesini sağlayan kişiler gene kadınlardır.
Anlatılan bu hikâyeler genellikle birbirinden bağımsız ele alınabilir ancak tüm hikâyeler bir bütünü oluşturur. Çoğu zaman bir hikâye başka bir hikâyeyi hatırlattığından, öyküler birbirini takip eder. Böylelikle süreklilik fikri karşımıza çıkar. Bu süreklilik fikri artık Kızılderililerin hayatta kalabilmek için uyguladıkları bir metot haline gelmiştir. Süreklilik onları hayata bağladığından, hiçbir zaman bu sözlü hikâyeler önemlerini yitirmeyecek ve daima yerli kültürünün felsefi yapısında yer alacaktır. Yerliler, böyle bir anlayışla sözlü anlatım geleneğini sürdürecek, hatta gerektiğinde anlatım tekniklerini yeniden yapılandırarak, bu öykülere kuvvetli anlamlar yükleyecektir.