Bu yazıda cinsel ahlâkın amacı ve sonuçlarının bazılarını vurgulamak istedim. Aslında bu yazıda özetlenemeyecek bir konu olmakla birlikte, bu konuda düşünmek isteyenlere katkı sağlayacağını düşünüyorum.
Cinsel ahlâk, aslında, kökleri iktisadi gelişime uzanan ve ruh hastalıklarında dile gelen cinsel yaşam koşullarının ortadan kaldırılması amacını güder. Buyurgan toplumda, küçük bir azınlığın çıkarlarını korumak üzere toplumun tümüne zorla benimsetilen ahlak anlayışıyla bireyin cinsel gereksinimleri arasındaki çatışma, şimdiki toplumsal düzen içerisinde çözülemeyecek bir bunalıma yol açar.
Mirasla ilgili yasaların döl vermeye bağlanması, cinsel yaşamın da bir daha çözülmemecesine evliliğe bağlanmasına yetmiştir. İki kişinin cinsel birlikteliği artık cinsellikle ilgili bir iş değildir. Gerçekten de, kadının evlilik öncesi el değmemişliği ile kocasına bağlılığı ancak cinsel arzunun alabildiğine bilinçaltına itilmesiyle sağlam bir biçimde güvenlik altına alınabilir. Genç kızların el değmemiş olarak kalmalarını istemek gençleri sevecen eşten yoksun bırakır.
Cinsel ahlâkın sertliği, amaçladığı şeyin tersini yaratmaktadır. Eşini aldatma ve evlilik dışı cinsel ilişkiler iki katına çıkmakta, bir yanda cinsel sapıklık, öte yandaysa gerek evlilik içinde, gerek dışında, paralı cinsel yaşam boy göstermektedir. Evlilik dışı cinsel yaşamın paralı oluşu cinsel ilişkilerde sevecenliği yok etmektedir. Dolayısıyla iyi yetişmiş bir delikanlı, cinsel duyularını alt sınıflardan bir kızla doyurmakta, sevgi ve saygısını kendi çevresinden bir kıza saklamaktadır. Sevisel yaşamın böyle ikiye bölünmesi ve cinsel yaşamın paraya bağlanması sevginin yozlaşmasına ve hayvanca bir nitelik kazanmasına yol açmaktadır. Bu durum aynı zamanda, cinsel ilişki ile bulaşan hastalıkların yayılmasına neden olmaktadır.
Çocuğun cinsel içtepileri arasından, özellikle üreme organlarının gözlenmesi ve gösterilmesi eğilimlerini herkes bilir. Eğitimin bugünkü koşullarında, bu içtepiler çok küçük yaşta baskı altına alınmakta, dolayısıyla çocukta iki duygu gelişmektedir. Birincisi, sözü edilen içtepilerin bir yana itilmesine yol açan yasağın doğurduğu suçluluk duygusu; ikincisiyse, insanın türemesiyle ilgili konuları örten perde ve tabuların doğurduğu, cinsel şeyleri saran gizemli havadır. Bu duygu doğal içtepiyi her şeye şehvetli bir merakla bakmaya dönüştürür. Ve içtepinin bastırılma derecesine göre, ya cinsel çekingenlik ya da şehvet düşkünlüğü daha çok gelişir; genellikle, ikisi bir arada yaşar, böylece ilk çatışkının yerini bir yenisi alır. Daha sonra iki çıkış yolu belirir: ya cinsel içgüdünün bastırılması sürer ve sinir bozuklukları ortaya çıkar, ya da bilinçaltına itilen arzu sapıklık, yani cinsel organlarını gösterme biçiminde dışa vurur.
Tutuculuğun düşünsel havasını yaratan başlıca yer, buyurgan ailedir. En yaygın örneği üç kişilidir: baba, ana, çocuk. Tutucu kuramlar aileyi insan toplumunun temeli, çekirdeği sayarken, tarih boyunca uğradığı değişikliklerin ve toplumsal işlevlerinin incelenmesi onun belirli iktisadi kümelenmelerin sonucu olduğunu göstermektedir. Orta sınıfların kurduğu ailenin temeli, babayla karısı ve çocukları arasındaki ataerkil ilişkidir. Baba, bir bakıma, devlet yetkesinin aile içindeki simgesi ve sözcüsüdür. Üretimdeki astlık göreviyle aile içerisindeki efendiliği arasındaki çelişki ona başkan yardımcılarına özgü belirgin niteliği kazandırır. Siyasal ve toplumsal görüşlerini onlara aktarır, bu görüşlerin güçlenmelerine yardım eder. Eğitimin amacı, çocukları evliliğe ve aileye hazırlamaktır. Cinselliği yadsıyan ve elinin tersiyle iten eğitim dizgesi yalnızca toplumsal havadan gelmez; aynı zamanda, yetişkinlerin cinsel arzularını bilinç altına itmelerinin sonucudur.
Kaynakça: Cinsel Devrim (Wilhelm Reich)