Karadır Kaşların Ferman Yazdırır

Karadır Kaşların Ferman Yazdırır

Karadır kaşların ferman yazdırır
Bu aşk beni diyar diyar gezdirir
Lokman Hekim gelse, yaram azdırır
Yaramı sarmaya yar kendi gelsin

1940’lı yıllar… İnsanı gösteren yüz, yüzü gösteren göz, gözü gösteren kaş… Mustafa, bu güzelliklerde Rum asıllı bir kızı sever. Mustafa’nın babası, bir Rum’un aileye girmesini istemez. Kız da nişanlıdır ama Mustafa, kızı kaçırmaya karar verir. Rum güzeli, sabah çeşmeye giderken önünü keser. Kızı at arabasına attığı gibi kaçırır.

Mustafa, sen harami misin?

Kaşı karanın babası, nişanlısı ve jandarmalar da peşlerine düşer. Mustafa’nın yüreği deliler gibi atar yakalanma korkusuyla. Arabayı süren arkadaşı yolu şaşırır. Farklı bir yola saparlar, oradan da ormana… Ormana teslim olur Mustafa. Mustafa hapishaneye… Kız nişanlısına… Birkaç gün içinde de hemen evlendirirler. Ama evliliği uzun sürmez kaşı karanın. Boşanır.

Mustafa, hapishaneden çıkınca kızın babası “Gelsin, kızımla evlensin” diye haber yollar. Ama iş işten geçmiştir. Çektiği cefayı, mağduriyeti sindiremeyen Mustafa, Seyitgazi’yi terk eder. Elde etmeye çalıştığı aşk, şimdi tepside sunulur. Aşkın zorunu sever Mustafa. Tepsiyi iter, çeker gider, memleket memleket dolanır. Seven böyledir, sevdiği başkasının olmuşsa ağırına gider. Sevdiğiyle artık aynı havayı bile solumak istemez. Anadolu’da, sevdiği elinden alınan yiğide o yeri terk etmek düşer. Acı soğuyana kadar terk etmek… Hırkasını giyip gezer durur Mustafa. Sanki unutmak kolaymış gibi…

Mustafa, sen derviş misin?

Sevgilinin nazlı hayali hep aklındadır Mustafa’nın. Bir yara ki her gün daha çok kanar. Derdinin çaresi mi? Lokman Hekim gelse yarasını sarmaya… Yarayı azdırır. Yârin saramadığı yarayı kim sarabilir ki? Yârin ilacından başka ilaç yok ki… Mustafa’nın ilacı kaşı karadır. Kaşı karadır da o da Mustafa’yı beklememiş, evlenmiştir. En çok da bu zoruna gider işte. Yarayı kendi saracaktır artık Mustafa. Tek başına…

Mustafa, sen Lokman Hekim’ misin?

Ormanlardan aşağı aşar geçerim
Nazlı yari kaybettim ağlar gezerim
Ormanların gümbürtüsü, başıma vurur
Nazlı yârin hayali karşımda durur

İnsan gezdiği için unutmaz; unutamadığı için gezer. Gezmeler unutturmaz Mustafa, unutturamaz. Böyle gezmeler bir yere varmaz. Hiçbir yere varmayan yolculuk yaparsın sen. Bu gezmeler hayra değil, şerredir Musrafa. Her şeyi daha çok düşünür, daha çok kazırsın beynine. Unutmak, kimi zaman anıyı beyne kazımaktır. Ait olmadığı yerlerde dolanmak insanı acıtır Mustafa, çok acıtır. Buna da gurbet derler. Hele ki sevdiğimi kaybettim, diyorsan gurbet zulümdür.

Mustafa, sen pervane misin?

Sevgili, kokusu alınmadığı zaman unutulur. Sen daha çok dolanırsın Mustafa. Daha çok gezersin. Kaşı karanın kokusu burnundayken hayali karşındayken sen daha çok dolanırsın. Ormanların gümbürtüsünü çok duyarsın daha. Çünkü sessizliğin de gürültüsü olur. Kulak çınlar durur. Sessizliğin gürültüsüdür bu… Ormanın gürültüsü… Unutmamanın gürültüsü…

Mustafa sen seyyah mısın?

Acıyı yaşanırken çıkılan gurbet merhem olmaz Mustafa. Senle gelir acı da. Seninle yürür, seninle soluk alır. Gurbetin merhemi de olmaz. Sen Mustafa, sen yorulmadın mı, yanmadın daha? Pişmedin mi daha? Geçmiş, insanı yıpratıyorsa unutmak gerekir Mustafa. Unutmak gerek. Unutmazsan acı yük olur; dağ olur. Kızgın sac üzerinde yürürsün. Ateşlerde…

Mustafa, sen İbrahim misin?

Dağlara çıkıp ovalara, ta aşağılara baktın. Sevdiğini görebildin mi? İnsandan korkup derdini dağlara anlattın da ne oldu? Dağlar mı oyuldu, su mu getirdin şehre Mustafa? Karış karış gezdin de sana ses mi verdi dağlar? Bir dağ mı yarıldı? Dağlar kar boran… Dağlar harami…

Mustafa sen Ferhat mısın?

Ömür bitiyor Mustafa, ömür tükeniyor. Ömür dediğin nedir ki zaten. Bugün varsın, yarın yok. Kalbine bir söz yaz Mustafa, bir amacın olsun, yarının düşlerini kur. Böyle yaşamak, yaşamak değil. Ait olmadığın yerler, adamı incitir, kırar. Sen kendine yabancılaşma Mustafa. Kendine yabancılaştığın gün unutursun, unutursun ama sen Mustafa olmazsın bir daha. Ömür bitiyor Mustafa, ömür tükeniyor. Sen çok sevdin ama kaşı kara belli ki seni anlamamış.

“Kollarımdan bağlasalar demire, kırarım demiri kaçarım yâre” diyorsun ya… İnsan, Mustafa, insan sadece bileklerdeki zinciri kırmakla özgürleşmiyor. Yürekteki, bilinçteki zincirleri de kırmak gerek. Senin bu zincirlerini ne yapacağız Mustafa? Sen bundan haber ver. Başka zincirlerin olduğunu bilmek gerekiyor. Kollarımdan bağlasalar demire, kırarım demiri kaçarım yâre, diyorsun Mustafa. Yiğitçe bir sesleniş bu… Ama sadece demir değil sorun.

Mustafa, sen Spartaküs müsün?

Yiğit olanın başına her şey gelir. Ama sen de Mustafa, hayatını değiştirecek bir şeyler yaratmalısın. Bir aşk uğruna bu gezmeler yanlış, boş iş bunlar. Umut hâlâ bir yerlerde… Onu ara, unutmayı değil. Senin bir amacın yok Mustafa, bu dolanmalar, bu kırgınlıklar hayra değil. Gökyüzüne de çıktın, yeryüzüne de indin. Ne oldu? Amacın yok Mustafa, amacın… Amaçsız yaşanmaz, böyle yaşanmaz.

Mustafa, söyle sen kimsin?

Amma velakin… Ezcümle ha söyle de söyle.