Gölbaşı’na Vardım (Şalvarlı Gelin)

Gölbaşı’na Vardım - Şalvarlı Gelin

Yaş ilerledikçe insanı pek çok şey yoruyormuş. Geç anladım. Türküler örneğin… Yormak da değil, adeta yakıyor. Bir türkünün yaktığını da geç anladım. Türküler yakarmış meğer. Cahit Sıtkı, suyun boğduğunu, ateşin yaktığını nasıl geç anladıysa ben de türkülerin yaktığını geç anladım. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun dediği gibi: “Türküler, ah o türküler!”

Malatya’da yaşayan yakışlı bir genç zaman zaman Gölbaşı’na gider. Zaman mı? Eski, çok eski… Tren yeni gelmiş Gölbaşı’na. Genç, Gölbaşı’na indiği bir gün, bir kıza sevdalanır. Genç kız da ona… Gölbaşı’na her indiğinde dere kıyısında buluşurlarmış. Sevgilerine alıç ağaçları tanıklık edermiş Derenin alıcından burcundan başka da gören olmazmış onları.

Genç adam, annesine açar sevdasını. Anne, sevinmesine sevinir de tek oğluna, bir tanesine, evinin direğine yetecek para yoktur. Gölbaşı’ndan kız almak kolay değil ki… Kız istemek, düğün yapmak paraya bakar. Gönül zenginliği, aşkın büyüklüğü para etmiyor. Baldırı çıplak deniyor parasıza.

Genç, sevdiğine umutsuzca, en çok da utanarak sorar bir gün:

– Benimle evlenir misin? Annem istemeye gelse verirler mi seni bana?

Genç kızın başı öne düşer. Yüzündeki renk hiçbir renge benzemez. Babasını bilir çünkü. Gelenekleri bilir çünkü. Çünkü aşk, iki kişilik değildir doğulu toplumlarda. İki kişinin aşkında babanın da geleneklerin de söz hakkı vardır. Nasıl da utanılası, ilkel adetler…

Sevilenin suskunluğu yıkar genç adamı. Belini hiçbir şey değil de bu suskunluk iki büklüm eder. İnce belini geleneklerin zorbalığı kırar. Gözleri dolan genç, hâlâ yıkılmamak için direnir. Kara gözlerine kara bulutlarla bakar genç kıza.

– Bana varsan ölür müydün acından?

Sitem eder. Bu sitem, yokluğun, yoksulluğun sitemidir. Ağırdır sitem… Bilene, anlayana, insan olana… Ama gözleri yaşartacak kadar da saf bir sitem…

Aslında bu sitem genç kıza değildir. Kızın babasınadır, kızın büyüklerinedir, gelenekleredir, düzenedir. Her şeyedir… Ama en çok da yokluğadır, en çok da yoksulluğadır. Soğuk bir yılana benzeyen yoksulluğa… İnsanlık ayıbına…

Siteminde, sevgisinde öyle güçlü ki genç adam… Öyle saf, öyle temiz ki… Bu siteme, bu çocuk saflığındaki siteme yalnız insan değil, insandan içerli kurtlar, kuşlar ağlaya; o derenin alıç ağacı, burcu ağlaya. İnsan değil, dağlar taşlar ağlaya…

Gencin sitemindeki söz aşktır. Başka bir şey değil oysa. Ama genç adam, sitemine aşk denir de aşk, artık buralarda yaşamıyor. Altın küpeler, pırlanta yüzükleri elmas gerdanlıklar olmadan aşka izin verilmiyor. Ya Ferhat ile Şirin mi dedin genç adam? Kerem ile Aslı mı dedin?

İlahi genç adam! ilahi gözleri kara bulutlu adam! Eskidendi o; çok, çok eskiden… Kalu belada kaldı o aşklar.

– Bana gelsen ölür müydün acından?

Çalışır çabalar; sana, evimize akşam olanda ekmek getirirdim, diyen bir genç… Ekmeğimiz varsa karnımız doyuyorsa neden mutlu olmayalım, diyen genç… Ah genç adam, senin vurguladığın o temiz duygular, pagan kültüründe kaldı! Bir şaman, bir kam bulup da anlatayım derdimi, deme. Deme genç adam, deme. Şaman da kam da baksı da senin derdine merhem olmaz. Aradan çok zaman geçti. Paganlar saflığı eskidendi, çok eskiden…

Şimdi vakit tüketim vakti… Tüketmeyene insan denmiyor, garip bakılıyor. Şimdi vakit arsızlık vakti genç adam, vakit utanç vakti… Vakit… Neyse genç adam, neyse…

Genç gelip gidip yanar, gidip gelip yanar.

Ne yapacağını bilemez. Kara gözlerine, kara yaşlar iner de yine bilemez. O üzülürken annesi de başka bir üzülür. Bir tanesinin gözlerinden anlamaz mı üzüldüğünü, anlar. Anne bu… Evladın düşüncesini okumada müneccim yarısıdır ki her anne.

Genç, git gel yanar; gel git yanar. Ha yanar de yanar.

Anne, bakar ki olmayacak. Bakar ki yoksulluk, kara kara düşünmekle yok edilmez. Bakar ki dört bir yan deniz… Bakar el böğürde… Kıyamadığı bir tanesine, kara gözlüsüne seslenir:

– Git çalış, der. Gurbete git, çalış. Para kazan.

Gurbet batsın… Gurbeti icat edenin ışığı olmasın! Yoksulluğun gözü kör olsun! Her yoksul gurbeti, her gurbet yoksulluğu bilir. Bunu anne de genç de bilir, bunu genç kız da bilir.

Genç kız, kara gözlü sevgilisine sorar neden üzgün olduğunu:

– Annem beni gurbet ele yolluyor, der genç.

İkisi de evlerine döner sessizce. Sanki lal olmuşlardır. Sanki ‘’dil bilmez Gürcü’’ olmuşlardır.

Genç, trene binmek için tekrar Gölbaşı’na gelir. Artık vakit gurbet vaktidir, yol alma vaktidir. Karşıdan gelen güzelleri görür ama aralarında şalvarlı sevgilisi yoktur. İçinde bir isyan, bir ağıt:

“Bana gelsen ölür müydün acıdan şalvarlı gelin?” der. “Anam beni gurbet ele yolluyor.” der.
Genç adam der, dolanır; dolanır, der.

Genç adam, sevdiğin sana gelse gönlü cennet olur. Amenna genç adam amenna. Cennet olur da ya yokluk ya yoksulluk bırakır mı yakanızı? Sen diyorsun ya “Ölür müydün acından?” Senin yanında bir genç kız, acından ölmez. Ölmez de genç adam, ölmez de yokluk yoksulluk da var. Onu ne yapacaksınız? Bugünün bir de yarını var. Düşmek var, kalmak var genç adam, sevdalı adam.

Genç adam düşer, kalkar; kalkar, düşer.

Genç, şalvarlı sevdiğinin başkasına satıldığını trene binerken öğrenir. Şimdi kalsa bir dert gitse bir dert…

Genç adam kalır, yanar; gider, yanar.

Trenin düdüğü acı acı çalmaktadır. Yaşamak mı? Kalsa haram gitse haram… Sanki yaşamak yoksula haram.

Türkü o an çıkar işte. Bir gencin, bir yağız delikanlının sessiz ağıtıdır bu türkü. Kimi kimsesi olmayan bir gencin sitemidir. Bir erkeğin, çaresiz bir erkeğin gözyaşıdır. Aslında bu türkü yokluğun, yoksulluğun ağıtıdır. Aslında bu türkü, insanlık ayıbını yok etmeyenlere sitemdir.
Genç adam senin derdinin dermanı burada yok. Senin derdinin dermanı gayrı “huzuru mahşere kalsın, divana kalsın.”

Marcel Proust Efendi:

– İnsan en çok kaçtığı şeyden asla kurtulamıyor, der.

Kaçarak kurtulamaz insan. Doğru. Ama Proust, açlıkla da yüzleşilmiyor ki… Yoksullukla da yüzleşilmiyor ki… Yoksulluğun bir yüzü soğuk, bir yüzü yılan…

Bakın ne der genç:

Gölbaşı’na vardım gülleri çoktur
Güzeller geliyor sevdiğim yoktur

Şalvarlı gelin yallah
Fistanlı gelin yallah
Öldürdün beni

Şu derenin alıcından burcundan
Bana gelsen ölür müydün acından

Şalvarlı gelin yallah
Fistanlı gelin yallah
Öldürdün beni

Gölbaşı’na vardım tren duruyor
Anam beni gurbet ele yolluyor

Şalvarlı gelin yallah
Fistanlı gelin yallah
Öldürdün beni

Amma velakin… Ezcümle ha söyle de söyle.

1 Comment

  1. Karacaoğlan der ki:”Üç derdim var, birbirinden seçilmez. Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm.” Anadolu’da hemen hemen bütün türküler, büyük ozanın özellikle vurguladığı bu temalar üzerinedir,sevgili Numan. Duygu dolu, güzel yazın için teşekkürler. Devam…

Yorumlar kapatıldı.