Khajuraho

Khajuraho

“Sex and the city”
Kasım 2005

Eğer bilgeliğiniz ve ruhunuz Hindistan’ı anlamak ve dersler almak seviyesine ulaşmışsa, Hindistan sizin için bir dönüm noktasıdır.

Artık benim için Hindistan’dan öncesi ve Hindistan’dan sonrası vardı.

Varanasi’den ayrılışımda bu şehirde gördüklerimden ruhum çok yorulmuştu.

“İnisiye” olan yani bilinmeyenleri öğrenen insanların bir kısmı karşılaştıkları bilgiler karşısında şaşkınlık geçirip artık bana yeter deyip kendisini bilgiye kapatabilir. Varanasi’nin üzerine yeni bir Varanasi beni bu duruma sokabilirdi. Ama Kajurao sanki Hindistan’ın yaz okulu gibiydi.

Hindistan bana yeni süprizler açmaya devam ediyordu. Yeni inanılmazım Khajuraho idi.

Tüm seyahatimde tek başıma gezdiğimden dolayı tanıştığım insanlar şaşırıyordu.

– Sıkılmıyor musun?

Bu soruyu soranlara hep üzüldüm, çünkü Hindistan’ı hiç anlamamışlar.

Hindistan’da yalnız kalmanız mümkün değildir.

Khajuraho havaalanı neredeyse kasabanın içindeymiş, bunu ancak havaalanından kasabaya varınca anlayabildim. Beni otelime götüren taksi şöförü “Yusuf” ile hemen dost olduk.

Yusuf beni hayatım boyunca unutmayacağım bir kişi ile tanıştırdı. Turist rehberi “Ganej Sarma”. Hindistan’da karşılaştığım en hızlı konuşan kişi. Yıllarca okuduğum kitapların bana özetini anlatıyordu.

– Aslında hiçbirimizin birbirimizden farkı yok. Hepimiz enerjiyiz ve enerjilerimiz ruh halinde bedenlerimizin içinde, bu enerjiler istenilen seviyeye ulaştığında artık yeniden doğmuyoruz. İşte bizim Nirvana dediğimiz, siz Müslümanların Cennet dediği, Hıristiyanların Maluk…… dediği seviye bu nokta. Evrende enerjiler, beyin enerjisi (entellektüel enerji), fiziksel enerji, elekrik enerjisi veya kinetik enerji gibi farklı formlarda bulunabilir. Tüm canlılar ve hatta cansız maddeler de bu prensip üzerine kurulmuştur.

Hikaye, 10. yüzyılda Khajuraho’da en etkin hanedan olan Chandella’ya ait. Ay tanrısı Chandra göl kenarında oturan dünyalar güzeli Prenses Hemavati’ye aşık olur. Bir gece Tanrı Chandra yakışıklı bir prens olarak prensesin karşısına çıkar ve ona aşkını ilan eder. Prenses, Chandra’ya aşık olur. Bu mutlu çiftin oğlu yüzyıllarca bölgede egemen olan Chandella hanedanının kurucusudur. Khajuraho birbirine aşık ve bunu sergileyen insanların şehridir artık…

Hikaye böyle ama Brahman kastından (Hindistan’da insanlar beş sınıfa ayrılıyor; Brahmanlar (rahipler), yönetici ve savaşçılar, tarım ve ticaret erbabı, hizmetkarlar ve sınıfsızlar (Gandi’nin değişiyle tanrının çocukları). Her sınıfta kendi içinde alt sınıflara ayrılıyor) olan rehberim Ganej hikayenin dışında da açıklamalar yapıyor.

– Budizm, Nepal’de M.Ö. 500 lü yıllarda doğdu ve ilk once Hindistan’a doğru yayıldı, Budizm’in birinci temel kuralı ihtirasların törpülenmesidir, ihtirasların başında da seks geliyordu. Toplum ihtirasların olmadığı hayata ancak 10.yüzyıla kadar dayanabildi ve Budizm’den uzaklaşarak tekrar Hinduizm’e dönme eğilimine girdi. Bastırılmış duyguların ortaya çıkması da bir patlama şeklinde kendini gösterdi. Ve seks konusunda abartı denilebilecek bu tapınaklar 10.yüzyılda ortaya çıktı. Tapınaklar daha sonra terk edildi ve burayı orman kapladı. 500 Yıl orman içinde kalan bu eserler bu sayede günümüze kadar tahrip olmadan gelebildi.

Bu tapınakları gezerken seks düşünmemeniz mümkün değil, çünkü Tapinakların her noktası seks figürleri ile donatılmış. Hem de öyle böyle değil, bizim RTÜK buralara tek kalemde 10 yıl hapis verir.

Tüm günüm rehberim Ganej ile birlikte tapınakları gezmek ile geçti, Nepal’de tanıştığım Türk kafilesi de tapınakları geziyordu, bu grubun çoğunluğu kadın olduğu için gruba yaklaşmadım. Aldığınız her nefesin seks olduğu bu tapınaklarda 30 kadının yanından geçmek tehlikeliydi doğrusu.

Tapınak gezimin bitmesiyle birlikte yeni bir maceranın kapısını açtım; minicik bir Hint Köyü. UNESCO tarafından dünya mirası olarak korunan tapınak alanının hemen dışında beni Yusuf bekliyordu.

-Haydi, haydi kaçırıyorsun.

– Neyi kaçırıyorum?

– Otele git biraz dinlen seni alayım, sonra seni burada her akşam turistler için tekrarlanan gösteriye götüreceğim.

Yusuf benim için program yapmış ta benim haberim yok.

– Yusuf, ben yorgun değilim, şimdi tek ihtiyacım olan viski. Bulabilir miyiz buralarda?

– Ben Müslüman’ım. Sen Müslüman değilmisin?

– Müslüman’ım da, ne o şeriat mı var Khajuraho’da?

Yusuf bıyık altı güldü, atladık 60 model antika arabasına köyün ortasında bir bakkala gittik. Ufak bir şişesi iki dolar olduğunu öğrendiğim viskiden iki şişe istedim. Bakkal viskiyi biz de olduğu gibi gazete kağıdına sarıp, siyah bir torbaya koydu.

– Yusuf, ne oluyor? Yasaksa almayalım.

– Yok, yasak değil de bu kasabanın üçte biri, ben ve bakkal gibi Müslüman, aldığımızı görmesinler.

Yusuf ile tam kanka olduk. Gecenin karanlığında Yusuf’un arabasını izleyeceğim gösterinin yapılacağı tiyatronun önüne çektik. Yusuf kırk yıllık arakadaşım gibiydi. Şişelerimizi tokuşturup, yudumladık viskilerimizi.

Şişeciklerimiz biterken Yusuf beni uyardı. Gösteri zamanı gelmişti, Yusuf beni bekleyeceğini söyledi, köyde iş güç yok, Yusuf benim hem ücretli elemanım, hem de arkadaşım olmuştu. Kendisine dört dolar daha verdim.

– Bakkal kapanmadan kendine ve bana birer şişecik al.

Gösteri gündüz bana Ganej’in anlattıklarının bir özeti gibiydi.

Çıktığımda Yusuf arabasıyla birlikte beni kapıda bekliyordu. Benimle birlikte gösteriden çıkan bol bayanlı Türk kafilesinin bakışları altında Yusuf tarafından kapımın açıldığı antika arabaya bindim. Yusuf’un yeni aldığı şişecikleri ücra bir köşede yuvarladıktan sonra Yusuf beni otele bıraktı.

Uçağımın bir sonraki gün öğleden sonra olduğunu öğrenen Yusuf, sabah otelden seni alıyorum dedi. Ben de kendisine sabah sekiz de gelmesini söyledim. Yusuf, dostluğumuzu tam bir erkek muhabbetine dönüştürdü ve bana köyün yollu kızlarından getirmek istediğini söyledi. Erkek muhabbeti Dünya’nın neresinde olursa olsun hep aynı şeyle bitiyordu; kadın. Yusuf’u kırmamaya özen göstererek teşekkür edip, otele girdim.

Akşam otelde Nepal’de tanıştığım Venezüella’lı çifti gördüm, beni yemeğe davet ettiler. Şans eseri hem bu çiftle hem de Türk kafilesiyle aynı rotayı izliyorduk. Hepimiz hem Nepal’de hem de Varanasi’de defalarca karşılaştık.

Sabah tahminimden çok daha erken uyandım ve kalleşlik yapıp Yusuf’u ekmeye karar verdim, çünkü saat daha sabahın altısıydı. Tek başına seyahat etmenin en güzel yanı da buydu işte. Hiç kimseyi beklemeye ihtiyacın yok. O anda ne istiyorsan onu yapıyorsun.

Yürümeye karar verdim. Kapının önünde rişkacılar bekleşiyordu (Rişka: üç tekerlikli bisiklet sürücüleri). Hepsi üstüme çullandı, yürümek istediğimi söyledim. Biri israr etti, beni izlemeye başladı, dedik ya Hindistan’da yalnız kalamazsınız. Rişkacının belki iş çıkarabileceği o günkü tek turist ben olacaktım. Bu yüzden ne yaptıysam da vazgeçiremedim. Beni takip etmeye başladı. Sonunda usandım ve beni en az elli metre uzaktan takip etmesi için ricada bulundum, tamam dedi.

Kısa bir sure sonra köye ulaştım. Sırayla dizilmiş hediyelikçi dükkanlar henüz açılmamıştı, bir tanesi hariç. Meğer yeni dostum olacak Sahil, her sabah en erken dükkan açan kişiymiş. Hem Hindistan’da hem de Nepal’de bir inanış var. İlk müşteriyi Tanrı yollar ve ilk müşteriyle muhakak alışveriş yapmak isterler.

İlk müşteriyseniz çok uygun fiyatlar alabilirsiniz. Uzunca sohbet ve pazarlıklardan sonra Sahil’den çok hoş takılar aldım. Sonra yandaki dükkanların sahipleri de geldi, Sahil benim adıma hepsine sırayla randevu verdi. Yalvarırcasına kendilerinden bir şeyler almamı istiyorlardı. Sahil’e bana satış yaptığı için çok şanslı olduğunu söylediler, ben de Sahil’in bana satış yaparken hepsinin uyuduğunu, bunun şansla değil çalışkanlıkla alakası olduğunu söyledim.

İnanışlarına saygımdan dolayı hepsinden bir çöp de olsa son derece düşük fiyatlara ufak tefek bir şeyler aldım.

Sahil, gel sana köyü gezdireyim dedi. Dört bin nüfuslu yöre, dört köye ayrılıyordu. Sahil’in köyüne girdik. Sahil bana köyün girişindeki ağaçları gösterdi. Bunlara Kaju ağacı derler, bu yörede yaşıyanlara da Rau O yüzden buranın adı Khajuraho.

– Rau, kutsal bir Tanrı anlamına da gelir mi?

– Evet, sen nereden biliyorsun?

– Tahmin ettim.

Uygarlığın köklerini arayan benim için Mısır’daki “Ra” ile kutsal Khajuraho’daki insanlara verilen ad olan “Rau” nun benzerliğini keşfetmesi zor olmasa gerekti.

Fotoğraf çekersem köy halkı rahatsız olurmu diye Sahil’e sordum. Ben yanındayken burada hiçbir şeyden korkma dedi. Afrika’da fotoğraf çekerken insanlar nasıl tepki veriyorsa Hindistan’da da tam tersine fotoğrafları çekilirken insanlar tatlı tatlı poz veriyorlardı.

Köyün tozlu ama Hindistan için şaşırtıcı derecede temiz sokaklarında ilerlerken, Sahil;

– Ben burada herkesi tanırım, burada yaşayan bir Fransız var. Kendisi Sadu’dur (Sadu: “Kutsal Adam” olarak adlandırılır, koyu Budistdirler, çoğunun duman bağımlılığı vardır). Burada okul açtı, çocuklarımız okutuyor, bu okul için de bağış kabul ediyor. Bizler bu okul için hiç para vermedik, tüm masrafları kendi karşılıyor, seninle tanıştıracağım.

Okula doğru ilerlerken küçük bir Hint Köyü’nü görmenin şaşkınlığını yaşıyordum, beni esas şaşırtan, bu köy ve hatta Nepal’de gördüğüm köylerin Anadolu’daki köylerden çok farklı olmayışıydı. Sabah beni takibe alan Rişkacı hala elli metre arkamdaydı.

Fransız’ın okuluna geldik, Sahil “Sen bekle ben kendisini bulayım” dedi ve ortadan kayboldu. Sağa sola bakınırken, yanı başımdaki iki katlı yer evinin çatısında bir adamla göz göze geldim. Adam bana çatıda güneşlendiğini söyledi ve beni çatıya davet etti. Bir dakika içinde evinin içinden geçerek evin çatısına çıkmıştım bile.

Kısacık boyunun aksine up uzun sakallı, inceden bu adam beni şaşırtmakta gecikmedi. İngilizcesinin mükemmelliğinden de tahmin edilebilirdi ama kendisi açıklayıverdi, İngiltere’de okumuş bir tarım mühendisiydi. Köyünü çok sevdiğini ve burada çok mutlu olduğunu anlatırken evdeki bir çok bayandan bir tanesi bana sütlü çay ve pilav getirdi. Ev kalabalıktı, belli ki evde tüm sülale beraber yaşıyorlardı.

Pilavımı yarılamıştım ki, aşağıda Sahil’in dolaştığını gördüm. Fransız gelmişti anlaşılan.

Aşağıya inip okula girdik, Fransız geldi. Güneş gözlüklerini hiç çıkarmaması ve dengesiz hareketleri uyuşturucu kullandığı konusundaki şüphelerimi arttırdı. Çok uzatmadım, kafamdan iki çevirip on dolar bağışladım.

– Sahil, bu on dolar sana ot parası olarak geri dönmeyecek değil mi?

– Yok, para çocuklara gidiyor, sen merak etme otunu biz ücretsiz veriyoruz zaten.

Köyden çıkarken, Sahil’in paşmina satan arkadaşına uğradık, uzun zamadır benim gibi pazarlık yapanını görmemiştir herhalde. Dükkanın dışında çıktık bir kilometre ileride iki kaliteli paşminayı toplam yirmi dolara anlaştık, satıcı geri dönerken söyleniyordu.

Sahil ile vedalaştık. Beni takip eden rişkacı hala elli metre arkamdaydı. Sahil, “Kırma onu biniver, zaten oteline 100 mt kaldı” dedi.

Otelime rişkayla döndüm, rişkacı 100 mt için yirmi dolar istedi, haklıydı aslında (!) ben istememiş olsam da bütün gün beni takip etmişti, o yüzden benden bütün günün kirasını talep ediyordu. Bir dolar kadar verdim ve gönderdim onu.

Tam o sırada karşımda bir anda Yusuf beliriverdi. Sinirli bir şekilde “Ektin beni” dedi, belli ki beni sabah otelde beklemiş, sonra köyde beni aramış bulamayınca otelde akşama kadar beklemiş, dedik ya “Hindistan’da yalnız kalamazsınız”. Hadi toplan seni havaalanına bırakayım dedi. Fiyatı sorunca güldü “Biz artık arkaşız”.

Otelde cep telefonumu ve cüzdanımı lobide unutmuşum, arkamdan koşup getirdiler, bu küçük kasabada hiç mi hırsızlık olmazdı, herkes bu kadar mı iyi niyetliydi? Belli ki bu küçük kasabaya kapitalizm canavarı henüz uğramamıştı.

Havaalanında uçağı beklerken, arkama bakınıyorum, acaba rişkacı beni buralara kadar takip etmiş midir? Uçağa bindiğimde yanımdaki koltukları Sahil veya Yusuf kapmış mıdır? Ganej bana büyü yapmış veya beni pozitif enerjisiyle kutsamış mıdır?

Bir an bunları unutuyorum ama aklıma bu sefer de tapınaklardaki seks pozisyonları geliyor, aman tanrım onlar da neydi öyle. Bizim Yusuf buralarda nasıl oruç tutuyor acaba?

Bu küçük kasabada ne arasanız var; seks, dibine kadar dostluk, sessizlik, masumiyet, ot, Fransız Budist (?), tarih ve dinler geçmişi.