Bağa Girdim Bağ Budanmış (Nazife Hanım)

Nazife Hanım

Hareketli ezgisi olan bir Şarköy türküsü… Türkünün farklı öyküleri var. Bu farklılıklarda ortak yön Nazife’nin çektiği acı ve ona reva görülen ölüm… Sanki Nazife ölmemiş gibi, sanki on beş yaşındaki Nazife hiç acı çekmemiş gibi ardından böyle kıvrak ezgili bir türkü nasıl yaratılır? Toplum, bir gelişim süreci geçirmiş olsaydı öyküsü unutulduğu için böyle hareketli bir türkü oluşmuş diye bakılabilirdi. Oysa türkü, toplum bir gelişim süreci geçirmeden Nazife’nin hemen ardından oluşturulmuş. Acı da kıvrak türkü de yeni… Bunu, çelişkiyi toplum bilimcilere sormalı.

Bağa girdim bağ budanmış
Bağa bülbül dadanmış
On beş yaşında da Nazife Hanım
Kimlere aldanmış?

Nazife’yle evlenmek isteyen ahlaksız genç, Nazife’nin bakire olmadığını anlayınca türküdeki sözleri söyler. Kalıp yargılarla bekâret sorgulanır. Bu da alegorik bir dille anlatılır. Bağ, Nazife’dir. Bülbül de Nazife’nin daha önce yattığı, bekaretini alan erkek… Genç, bunun üzerine on beş yaşındaki Nazife’yi terk eder. Nazife artık, kirdir toplum içinde(!) Bağı da gülü de çirkin kılan kalıp yargılardır, bu metaforlardır. Burada yoksa sızı nereye akar?

“On beş yaşında da Nazife Hanım / Kimlere aldanmış?”

Bu iki dize, Nazife’nin aldanmasından çok aldatılması, kandırılması olarak okunmalı. Namus algısı, sadece kadın üzerinden yapılıyorsa en büyük günahkâr erkektir. Bekâretini evlenmeden önce kaybetmiş kadına biçilen “iffetsiz” ya da gerdeğe bekâretini korumuş olarak giren kadına yakıştırılan “temiz, saf” sıfatları asla eşitlikçi bir anlayışla bağdaşmaz.

Ölümünün üzerine basarak oynamak, nereye yerleştirilebilir? Genç yaşta ölen bir kadının hatta çocuk yaştaki birinin ölümünü anlatan türkü, oyun havası hareketliliğindeyse yanlış giden bir şeyler olmalı. “Zaman içinde ağıtlar oyun havasına dönüşebiliyor.” cümlesini temel alıp tepinmeyi meşrulaştırmak doğru bir saptama olmadığı gibi insan yanımızı, merhameti boş vermişliğe kilitliyor. İnsan, birinin acısına yandığı için değerlidir oysa. Değerbilmezliğin masumlaştırılması her insan kişisini incitmeli. Ağıdın oyun havasına dönüşmesi ya da ağıt eşliğinde oynamak, hangi değer yargısının karşılığıdır? Nereye sığar bu? Nazife’nin acısını duymaz mısınız?

Ağıtlar, bir coğrafyayı bağlayan halk biliminin en kırılgan ögesidir; onun oyun havasına dönüşmesi ya da kıvrak bir ezgiyle ortaya çıkması kabul edilir değil. Birinin acısını hissetmemek, insan olmaktan da uzaklaşmak, incelikleri kırmakla eş… Mutluluk, ağıtlar üzerine inşa edildiğinde yozlaşma kaçınılmazdır.

Türkü sözlerini söyleyen genç, eril ahlakın ilkel bir tasarrufudur. Eril etki, kadına biricik varlık nedeni olan bekâretini koruması gerektiğini dayatıyorsa yaşadığı cinsel ilişkiyi yayan, dillendiren erkeğin mertliğini de masaya yatırmalı. Yaşadığı cinselliği bas bas bağırarak anlatan erkek, eril ahlakın erkek profilini de yok etmiştir. O eril ahlak oluşturulurken Hacı Bektaş Veli’nin “Eline, beline, diline sahip ol.” cümlesi nedense unutulmuş.

Birtakım değerleri ahlak olarak nitelendirip bunun üzerinden toplumsal davranış oluşturmak kabul edilemez.

“Kim namus ve ahlak şövalyeliği yapıyorsa bilin ki en namussuz odur.” (Nietzsche)

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.