Babalar Neden Erken Ölür? -II- >>
Erkenden uyanıp bahçeye çıktım. Sabahın dinginliği ve bahçe sevişiyordu. Bir yel fesleğenleri süpürünce oluşan Doğu coğrafyasına ait kokuyu içime çektim. Kurumuş derenin bölük pörçük yerlerinde biriken suları kovlara doldurup sebzeleri suladım. Babamın divanı, güzel günleri geride bırakmış bir hükümdarın tahtı gibi eskimişti. Çınar, her şeye rağmen o tahtın yanında hükümdarına sadık bir muhafız gibi duruyordu hep. Sadık ve yorgun…
Ablam göründü kapıda. Bahçeye sonra bana baktı.
– Bahçeyi sulamışsın. Sen niye yordun kendini, dedi.
Yaptıkların karşısında minnetimin lafı mı olur, abla diyemedim. Benden sonra babama bakmak için kocasını terk eden ablam Nepal keşişleri gibi sakindi yanıma geldiğinde. Sarıldım annem kokulu ablama.
Babamın sesini duyunca hemen koşup odasına girdim. Gülümsedi bana. Kucaklayıp ayağa kaldırdım. Tahtına, çınarın altındaki divanına oturttum. Omuzlasa her yükü Fizan’a taşıyacak güçteki babam çaresizdi şimdi. Çınar da dağ da babama benziyordu. İçten içe küsüp çürüyen… Ha babam ha dağ… Ha çınar ha babam… Üçü de içten çürümeye yazgılı…
– Seni tıraş edeceğim baba, dedim. Sakalın da, saçlarında uzamış. Gülümseyebildiği kadar gülümsedi. Gülümsemesi aslında belli olmuyordu inmeden dolayı ama ben görüyordum.
Ablam, kahvaltıyı hazırlıyordu içeride. Dilimlenen salatalığın kokusunu ta buradan duyuyordum. Babam, yanımda uzaklara aktı. Beni de duymuyordu bu an. Tıraşı bitirip yüzünü yıkadığımda Paytak’a sarıldım. Gülümsedi ama gözleri yine oradaydı.
– Baba, dedim. Bak, fesleğenleri suladım. Gamın yükünü alır fesleğenler. Bana dön oradan. Belki bir yaban kazı gelir kahvaltıya. Sonra kahve içeriz.
Beni duymadı. Ablam gelip babamın yanındaki pilli radyoyu açtı, sini dolusu kahvaltılıkları getirmek için tekrar mutfağa gitti. TRT’nin Yurttan Sesler programında türküler okunuyordu. Eskisi gibi hızlı yiyemiyordu Paytak. Bu sırada çocukça sesler çıkarıp kimi zaman sağ eliyle türkülere eşlik etti. Ablam da ben de mutluyduk.
“Şimdi sırada bir Şarköy türküsü var.” dedi spiker:
“Bağa girdim bağ budanmış
Bağa bülbül dadanmış
On beş yaşında da Nazife Hanım.
Kimlere aldanmış?”
Babamın eli havada kaldı. Ablam da ben de lokmamızı zor yuttuk. Türkü boyunca bir ayindeymişçesine sustuk üçümüz de. Değirmen de inlemesini kesti.
Babam birden gülümsedi. Bahçenin kapısına bakıyordu gülümserken. İkimiz de kapıya baktığımızda leyleği gördük. Babam, Nazife’sinin olduğu yeri işaret etti; sonra leyleği gösterdi. Ablam,
– Nazife kuş olup geldi, diyor babam, dedi.
Annemiz, babamızın Nazife’si ürkmesin diye üçümüz de nefesimizi tutup kıpırdamadık.
– Abla, dedim fısıltıyla. Babalar neden erken ölür peki?
Değirmen gibi sustu annem kokulu ablam. Sonra,
– Dünyanın ağısını içerler de ondan, dedi.
İlk yorum yapan olun