Herhangi bir performansın ardından sahnedeki kişiyi takdir etmek için elle yapılan tepinme benzeri harekete alkış denir. Alkışın şiddeti ve süresi çok önemlidir yani eğer alkışlayıcılar üç saniye alkışlayıp yerine oturuyorsa bu biraz da âdet yerini bulsun gibi düşünülebilir ama alkışlar üç, dört dakika sürüyorsa, alkışlayan kişilerin ellerinde yaralar oluşuyorsa, avuç içleri su topluyorsa o zaman büyük bir başarıdan söz edilebilir. Burada süreyle birlikte şiddet de önemli, öyle hafiften alkışladınız mı eliniz su toplamaz zaten, bayağı sert darbeler indirmeniz lazım ki beğendiğiniz iyice belli olsun. Diğer türlü sahnedeki kişi de tatmin olmaz, öyle iki kuru alkışla sahnedeki kişinin yüzünü güldüremezsin. Çünkü büyük bir olasılıkla o bir alkış bağımlısıdır ve hep daha fazlasını ister. Morfin gibi düşünün, yani bugün üç dakika mı alkış aldı, yarın performansı bittiği anda çaktırmadan kronometreyi açar, üç dakikayı geçebilecek miyim diye düşünür. Artık bünyesi hep daha fazla alkış ister, kısa alkışla tatmin olmaz.
Biz bu türden kişilik bozukluğu olan insanlara alkış bağımlısı diyoruz. Bunlar kolay yönlendirilebilir, alkışlayarak istediğiniz noktaya çekilebilir, biraz zayıf karakterli insanlardır. Hep takdir edilmek isterler. Espri yaptığında herkes gülsün, sahneye çıktığında bütün salon çılgınca alkışlasın, konuşmaya başladığında herkes can kulağıyla dinlesin isterler. Ancak şöyle yüzeysel olarak bile baktığımızda toplumun önemli bir kısmının önünde konuşulan şeyi anlamadığını, hatalı seçimler yapıp yanlış kararlar verdiğini, abuk sabuk müzikler dinleyip ucuz diziler izlediğini görebilirsiniz. Yani alkışçı kitlenin nitelikli bir kalabalık olduğunu söylemek pek mümkün değil. Eğer biraz sanatsal bir ortam söz konusuysa toplumun daha elit bir kesimine hitap edeceğinden belki izleyicinin beğeni düzeyinin biraz daha iyi durumda olacağı varsayılabilir ancak bunun da limitleri var.
Alkış bağımlısı kişiye dönersek bunlar genelde “alkışlarla yaşıyorum”, “alkışsız yaşayamam” gibi sözler ederler. Aslında başka bir açıklamaya gerek yok, zaten kendilerini çok güzel ifade ediyorlar. Kendi kendine yaşayamıyor da ancak alkışlarla yaşayabiliyor, yani bitkisel hayat gibi bir şey bunlarınki. Kusura bakmayın ama her zaman da bunları alkışlayacak birini bulamayacağımıza göre, bu kişilerin kendi başına yaşayabildiklerini söylemek mümkün değil. Çünkü alkış kesildiği zaman ölüyorlar, yaşamaları için mutlaka belli dozda alkış gerekiyor. Ne kadar büyük bir bağımlılık olduğu buradan belli.
Alkış bağımlısı kişiler, alkışlandıkları zaman alkışın kaynağını sorgulamazlar. “Beni kim alkışlıyor?”, “Neden alkışlıyor?”, “Acaba terörist midir, terbiyesiz midir?” demezler. Alkışçının etkinlik hakkında bir fikri var mı, kitap okur mu, yabancı dil bilir mi, eğitim düzeyi nedir… Hiç bunlarla ilgilenmezler. Ama alkışlanan kişi, bir gün ezkaza bir eleştiriye uğradığı zaman, eleştiren kişinin babasının eniştesinin bilmem neredeki dükkanına kadar her şey araştırılır. Ne okumuş, nereyi bitirmiş, kime ne demiş hepsi didik didik edilir. Günümüzde hele biraz girişken biriysen üç, dört arkadaşını birbirine bağladın mı dünyada ulaşamayacağın kimse kalmıyor. Biraz zorladın mı teröristle de bağlantın çıkar, hırsızla da. Hangi bilgiye nasıl ulaşacağını, bu bilgiyi nerede, nasıl kullanacağını, bu tür işlerin stillerini bilir bunlar, Google’da on dakika gezdiler mi, senin ipliğini pazara çıkaracak her şeyi bulur buluştururlar. Ama bu yalnızca eleştirel durumlarda olur. Yani eğer bir kişi seni alkışlıyorsa o zaman bir şey sorulmaz ama alkışlayan kişi üç gün sonra eleştirmeye başlarsa hemen bu ilişkiler ortaya dökülür, sülalesine varıncaya dek didik didik incelenir.
Akış bağımlısı eleştirilmek istemez. Eleştirilmek hoşuna gitmediği için “Riskli konulardan uzak olayım”, “Bu topa hiç girmeyeyim” der. Toplumun genelini bildiğinden tehlikeli olabileceğine inandığı düşüncesini saklar. Bilir ki kendini böyle çılgınca alkışlayanlar bir anda silahlarını kuşanıp karşı tarafa geçebilir. Bir açıklamaya bakar bütün iş. Alkış bağımlısı “İsrail şöyle” veya “Filistin böyle” derse o saniye işler tersine döner. Onun için alkış bağımlısı nerede ne konuşacağını bilir. Türkiye’nin kuzeyi farklı, güneyi farklı, doğusu batısı farklıdır. Öyle her yerde her şey alkış almaz. Sabah matinesiyle akşam matinesi ayrıdır. Ege turnesi başkadır, Karadeniz başka. Yani nerede Atatürk, nerede Allah denir, rakı nerede susuz, saydam içilir nerede böyle buzlu buzlu kafaya dikilir, bunları gayet iyi bilir alkış bağımlısı. Bukalemun gibidir, gerektiğinde aslanlar gibi ortaya çıkar, gerektiğinde kamufle olurlar.
Alkış bağımlısı hiçbir zaman düşüncelerini tam olarak ifade edemez. Yani bu sefer de sözümü sakınmadan konuşayım ne olursa olsun diyemez. Çünkü alkış alamadı mı ölüyor biliyorsunuz. Yani biraz da böyle alkışsız yaşayayım diye bir durum yok onlarda, alkış kesilince ölüyorlar. Eğer dalgın bir anında bir hata yaparsa hemen karşı tarafa da bir pas atıp dengeyi kurar. Zaten, alkış alamazsam korkusuyla tam düşüncelerini belirtemediğinden ortalığı toplamak kolay olur. İşi çok bozuntuya vermez. Bazen çok önemli bir konuda bir çift laf etmek ister, dilinin ucuna gelir, orada uzun süre bekledikten sonra geri gerisin geri gider. Artık neresinden çıkarsa çıkar ama halkla buluşmaz o sözler. Bunun tek istisnası vardır, eğer alkış bağımlısı kişi aynı zamanda alkol bağımlısıysa, çok içtiği zaman düşüncelerini frenleyen mekanizma gevşer ve fark etmeden alkışta azalmaya neden olabilecek konulara girer. Ertesi sabah bir bakar ki herkes her yerde buna saydırmaya başlamış, o zaman durumun farkına varır. Artık alkış bağımlısının önünde iki farklı yol vardır. Köşeye sıkışan alkış bağımlısı ya böyle psikopat bir duruma düşüp herkese saydırmaya başlar ki o yola giren kişinin bir daha kurtulması çok zor olur. Çünkü bunlar ileride sürekli karşısına çıkar. İkinci olasılık ise alkış bağımlısının durumu fark eder etmez hemen çark etmesidir. Bir anda “Onu öyle demedim”, “Bunu böyle söylemedim” diyerek kıvırmaya başlar. Kıvırma özelliği alkış bağımlısının en kritik özelliklerden birisidir, alkış almak için çok iyi kıvırması gerekir.
Kıvırmaya başlayan alkış bağımlısının otomatik olarak eli açılır, sağa sola yardım etmeye başlar. Ülkemizdeki bağışçı okullarının büyük kısmı kırılan potların ardından inşa edilmiştir. Artık alkış bağımlısını kimse tutamaz, yirmi dört saat yardım eder. Bir yanda ormana ağaç diker, öte yanda kız yurdu için beton atmaya gider. Yardım amacıyla yapılan kız yurtlarını incelerseniz, önemli bir kısmının inşa gerekçesi söylenmemesi gereken bir şeyin uluorta söylenmiş olmasıdır.
Böyle bir hata yapan alkış bağımlısı yeniden alkışlara kavuşmak için onun bedelini öder. Okulunu yaptırır, lokmasını döktürür, bağış dekontunu kameralar önünde herkese gösterir. Sonra gider yetimhanede bebe sever, huzurevinde dede sever. O zaman yavaş yavaş yavaş alkış sesleri duyulur. Tabii bir anda eskisi gibi olmaz, ağır ağır dönülür eski günlere. Ondan sonra da fazla konuşmaz zaten “Ben artık yaptıklarımla gündeme gelmek istiyorum”, “Sanatıyla konuşulmak istiyorum” falan der ama üç yıl sonra iki kadeh sonrası gene bir şey kaçırır ağzından. Artık herkes daha deneyimlidir, okul yaptırıcıları hemen bunu fırsat bilip giderler, “Şurada bir arsa var, çimentomuzu atalım, okulumuzu yapalım” derler. Ertesi gün gazetecilerin önünde protokol yapılır, sıcağı sıcağına bitirilir iş. Okul olmaz da kız yurdu olur, laboratuvar olur, artık oradan ne çıkartabiliyorlarsa çıkartırlar. Alkış bağımlılığının işe yaradığı tek yer bu sosyal yardımlaşma konusudur. Onun dışında genellikle düşünceleri sınırlayan, ifade özgürlüğünü engelleyen, sanatı zehreden öyle gereksiz bir tepinme hareketidir alkışlamak.
Sen biletini alırsın, etkinliğini izlersin, ondan sonra da ister teşekkür edersin ister iki dakika usulen alkışlarsın. Bunun ötesine geçen abartılı hareketlere, tepinme benzeri davranışlara ben hiç gerek görmüyorum, alkış beklemeyen insanları takdir ediyorum.
Dikkat edilirse böyle şiddetli şekilde ve uzun süreli alkışlayanlar genelde salondaki en ilgisiz insanlardır. Telefonuyla oynayıp dikkat dağıtan, sağa sola bakıp sırıtan, yanındakiyle uğraşıp bütün ortamı bozan adam etkinlik bitince birden ayağa kalkar, böyle çılgın gibi alkışlamaya başlar. Yani artık o bir günah çıkarmamı ya da çevreye “Böyle ilgisiz görünüyorum ama aslında ben çok iyi izledim” demek mi bilmiyorum. Bu tür kişilerin dengeli tepkileri yoktur: Ya yuh çeker ya da çok şiddetli alkışlar. İkisini de neden yaptığını bilmez aslında, davranışının altında yatan hayvani bir dürtüdür. Gidilen etkinlik bir resim sergisi veya bir konser olabilir ancak nihayetinde bu zihinsel bir etkinliktir ama oradaki kişinin verdiği tepki zihinsel değil, fiziksel bir tepkidir. Çünkü ben şunun için alkışlıyorum diyemezsin, orada pata küte vurman gerekir. Bu yuh çeken veya şiddetle alkışlayan kişilerde bu türden hayvani dürtüler ön plandadır. Şöyle bir bağırayım, değişik sesler çıkartayım, ortamı iyice gereyim hesabı vardır onlarda. Etkinliğin sonunda insanlar sahneye değil de dönüp bu manyaklara bakarlar. O an bunlar da performansın bir parçası olurlar, hatta performansın en önemli öğesi haline gelirler. Sahnedeki kişi de aslında bu duruma bozulur, haklı olarak “Burada çalan, oynayan benim, bu manyak neden bu kadar ilgi çekiyor?” diye düşünürler ama tabii o da sonuçta alkışladığı için çok bir şey diyemez. Bekler ki herkes şiddetle alkışlasın da bu fazla göze batmasın ama herkes alkışlasa bile bunlar öne çıkacak bir sivrilik bulur dikkatleri üzerlerine çekerler. Tabii akıllı uslu insanlar hiçbir zaman bunlara ayak uydurmazlar, en çok ben alkışlayayım, daha çok ses çıkarayım, elim yetişmiyor ayağımla da tepineyim gibi bir rekabete girmezler. Normal bir alkışla yetinir sonra da fırsatını bulurlarsa etkinliği beğendiğini öyle bir cümleyle ifade eder ki sahnedeki kişi “İşte bu gece beni anlayan kişi budur der, evine gider rahat uyur”. Ancak alkış bağımlısı bunlarla yetinmez. Onun için önemli olan gürültüdür. O ses ister, jilet ister, olay ister, kan ister. İster de ister. Ortalama beğeniyle, hafif tebessümle katiyen yetinmez.
Salondaki ve sahnedeki bu türden abartılı hareketler gerçek bir sanatsevere zevk vermez, tam tersine bundan rahatsız olur. “Benim burada ne işim var” diye düşünüp kendini ortamdan uzaklaştırmaya çalışır. Alkış bağımlısı elleriyle tuhaf hareketler yaparken, sanatsever çoktan toparlanıp kapıya doğru hareketlenmiştir. Alkış bağımlısının yerlere kadar eğildiği, salondakilerin da çığlıklar içinde tepindiği an sanatsever evinin yolunu tutmuştur bile.
Be the first to comment