Barak türküleri, acıdan süzülmüş katışıksız bir saflığın türküleridir. Acıdan geçmiş bir kimsesizliğin, belangazlığın, yoksulluğun türküleri… Yiğitlik, iskân, aşk, özlem gibi konular önemli yer tutar Baraklarda. Glissandonun bol olduğu usulsüz türküler…
Felekle mahkemesi var, der biri de Barak için.
Diri diri yanmaktır Barak türkü. Mangalın birinde köz olsun, diğer mangalda da barak bir türkü… Elinizi bastığınızda Barak yakar, ateş değil. Varın hesap edin acıyı.
Atina tragedyası Oedipus ise, Anadolu’nun tragedyası Barak’tır.
“Karşıdan gelir eli develi/ Sevdiğim poşu bağlamış gözü sürmeli.”
Gencin sevdiği kadın, develeri olan zengin biriyle evlenmiştir. Kendiyse bir kuru çıplak… Canından başka bir şeyi yok. Ailesi ya da sevdiği genç kız, parayı seçmiştir. Develeri olanı zengini… O zamanlar deve sahibi olmak kolay mı? Zenginliğin işaretidir deve. Başı poşulu, gözleri sürmeli sevgili, başkasının olmuştur artık. Gel de katlan, gel de dertlenme! Paranın gözü kör olsun!
Burjuvazi, ailenin duygusal peçesini çekip indirmiş, aile ilişkisini basit para ilişkisine indirgemiştir, der Marks.
“Zalimin kızı sen gelin olalı burnun havalı/ Taman sen kız idin, seni seven ben oldum.”
Yoksul gencin haklı çıkma nedenindeki sevimlilik, bir çocuk saflığında. “Taman” gibi yerel dil bu saflığı pekiştiriyor. “Söyle bakalım, öyle değil mi, vallahi, hani” anlamlarını da veren “taman” sözcüğü, ağlarken” Taman (hani) bana şeker alacaktın?” diyen bir çocuğun saflığı kadar temiz, duru… Burada çocukça da olsa bir sorgulama var. Gencin çocuklara has sorgulaması… Acı, üretmeyeni yakar. Genç, hem sorguluyor hem yanıyor.
Sonra sevgiliye sesleniyor: “Taman seni kızken de ben sevdim. Öyle değil mi? Şimdi de seven benim. Sen değiştin ama ben değişmedim. Sende hakkım yok mu?” Gel de katlan, gel de dayan bu gencin çocuksu sitemine. Gel de gencin çocuk yüreğinden öpme, gel de insanlığını koyma o yüreğe!
Barak türküler böyledir. Bir saflık, biraz acı ama en çok da yokluk…
“Aman yağmur yağar yükseklerden engine
Aman her güzel düşmez sevdiğine, dengine.”
Baraklardaki “aman”lar, başka “aman”lara benzemez. Buradaki “aman” derttir, bir avuç közdür. Uçsuz bucaksız Barak ellerine bakıp dertlenir genç. Kendi kendine söylenir, kendini teselli eder. Sevgilinin dengine düşmeyeceğini belirtir. Sevgili, bir zengine varmıştır ama dengi değildir. Oysa dengi olan kendidir. O zengin kötü, o zengin çirkin. O, sevmeyi bilmez.
Yüreği çocuk delikanlı, böyle teselli eder kendini. Böyle ağlar. Böyle yutar dünyanın ağılarını.
“Hele sen kız idin, seni seven ben oldum.”
Kimseye sitem değildir bu dize, sadece sevdiğine. Saf bir çocuk sitemi… Bak, seni önceden de seven bendim. Benimle evlenmeliydin, diyecek kadar temiz bir sitem… Sonuçta paranın belirleyiciliğini unutacak kadar da kör, gerçeklerden kopuk bir bakış…
Bir genç kızı önceden sevmenin onunla evlenme hakkının kendinde olduğunu sanmak, temiz bir gönlün ifadesi olabilir ama bundan sonrası, mürşidin kapısında çile çekmenin kısır döngüsüdür. Dahası bundan sonra Doğu coğrafyalarında mumda yanan pervanenin bir reprodüksiyonu olarak kalacak; yaşamın bir adım ötesine geçemeyecektir bu mürit, bu genç adam. Bu durumda mürşidin de müridin de yok olması kaçınılmazdır.
“Kara sevda” kısır döngüsü asla ve kata bir olgunluk oluşturmaz.
Delikanlı, yıkılası Barak’ta sevilecek hiç mi bir şey yok taman?
“Kişi yalnız tek bir kimseyi seviyor, başka her şeye ilgisiz kalıyorsa sevgisi sevgi değil, genişletilmiş bencilliktir.” (Marks)
Be the first to comment