“Çanakkale Türküsü” genç Seyfullah’ın mektubunun (*) üzerinden oluşturulmuş ama Çanakkale Savaşı’na katılmış tüm gençlerin türküsü. Ölümü göze alarak yürüyenlerin ağıdı…
“Gençliğim eyvah!”
Üzerine yorum yazmak mı? Her şeyi özetleyen bu iki sözcük üzerine söz söylenmez artık. Ne dense boş!
Zaten Çanakkale içinde vurulan filintanın “eyvah”ına ne denebilir?
Bu “eyvah” sözcüğüne şiir yazmalıydı Nazım Hikmet, Yaşar Kemal de roman… Yunus, senelerce önce, genç ölümüne yanmış:
“Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere yeşil ekini biçmiş gibi”
Sen ki ağıtların, sen ki acıların mukaddes kadınısın; sen niye gencin “eyvah” ına bir şey yazmadın Gülten Akın? Sen Ahmet Erhan? Sen Hasan Hüseyin? Ya sen Ahmet Telli? Ya Şükrü Erbaş? Sen?
Çanakkale ki binlerce gencin mezarı… Yeşil ekinlerin yandığı yer… Kimi nişanlı, kimi evli… Nişan da yandı ev de… İçinde muratları da…
“Çanakkale Türküsü” hüznü de zaferi de barındırıyor.
“Gittiğim, el koyduğum her yer, her şey benimdir.” diyen emperyalist bir güç var karşıda. Robinson Crusoe’nun Cuma’yı kölesi yapmak istemesi gibi…
“Böyle buyurdu.” beyaz efendi!
Akıllarınca efendi-köle ilişkisi sömürgecilerin doğal hakkıdır. Anadolu ve insanını da köleleştireceklerdir. Onlar hep Robinsan, geri kalan coğrafyalar hep Cuma…
Gelecekleri varsa görecekleri de vardır. İşte bu türkü, ölüme bile gözünü kırpmadan gidenlerin öyküsüdür. Emperyalizme karşı duran onurlu insanların öyküsü… Cuma olmamanın öyküsü…
Savaş cephede olurken cephe gerisinde de olmaktadır. Gencecik Seyfullahların, cephe gerisindekilerin yüreğinde…
Söğüt dallarının altında oturup çay içemeyeceklerdir bu gençler artık. Nişanlısına sevdiğini söyleyemeyecek, bir daha sevdiğini öpemeyeceklerdir. Bundan böyle dalda duran bir çift turnayı da göremeyeceklerdir ama muratları gözlerinde kalan bu insanlar, emperyalistlere söyleyecekleri bir çift sözü vardır. Ölmeden önce söylenecek bir çift söz:
“Çanakkale geçilmez!”
İşte bu nedenle Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı’nın muştusu! Emperyalist güçlere, arsızlara karşı kazanılmış, zaferini içinde taşıyan bir türkü…
Çanakkale; balaların, sevgilisini bir kez dahi öpemeyecek olanların, fidanların türküsü… Zümrüt çayırların…
Anzak annelerine Türkiye Cumhuriyet’inin kurucusu seslenir:
“Evlatlarınız, bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim çocuklarımız olmuşlardır.”
İnsan kokan bir düşünce…
Acının, büyük, onurlu bir savaşın türküsü Çanakkale.
Gecede çın çın öten bir yalnızlık, bir sessizlik… Sini büyüklüğünde bir ay… Uzaklarda biri türkü söylüyor.
Seyfullahların türküsünü:
“Çanakkale içinde vurdular beni
Ölmeden mezara koydular beni,
Off, gençliğim eyvah!”
Sini büyüklüğündeki ay, gecenin kovuğuna kaçarken Çoban Yıldızı öpüyor gözyaşlarını.
Hüznün ve zaferin adı bu türkü…
Tevfik Fikret “Haluk’un Bayramı” adlı kitabındaki “Zelzele” şiirinde “Zafer, biraz da hasar ister.” der.
———–O———
* Seyfullah’ın annesine gönderdiği 19 Eylül 1914 tarihli mektubu:
“Sevgili Anneciğim,
İki yıldır ayrı yaşadığımız bu hayat artık bitiyor. Sana ve aileme kavuşacağım için çok mutluyum.
Okulumuz artık hastane olacağı için bizi İstanbul’daki okullara göndereceklermiş. Öğretmenlerimizin büyük kısmı da askere gidiyor, üst dönemlerdeki ağabeylerimiz ise gönüllü olarak askere gideceklermiş. Türkçe öğretmenimiz bugün sınıfa geldi ancak çok durmadı, o da bize veda etti. Giderken bize vakti geldiğinde vatana yapılan hizmetin okulda verilen hizmetten daha kutsal olduğunu söyledi.
Kısa zaman önce sokaklardan askerler geçmeye başladı. “Çanakkale içinde Aynalı Çarşı, Anne ben gidiyom düşmana karşı” türküsünü söyleyerek yürüyorlar. Kimileri at sırtında kimileri develerle yol alıyorlar. Top arabaları ve mekkareler de onlara eşlik ediyor. Savaş çıkacağını söylediler. İngiliz ve Fransız gemilerinin boğazda dolaştığını duyduk. Gemiler buraları vuracakmış, ancak yakında İstanbul’a gideceğimiz için ben bunları göremeyeceğim. Oysa görmek isterdim. Sonunda size kavuşacağımı biliyorum.
Babamın ve siz anneciğimin ellerinden öperim, kardeşlerime selam ederim.
Oğlunuz Seyfullah.”
İlk yorum yapan olun