Norveç’in ıssız bir adasında yaşayan genç kadın, belgeselde konuşurken anılarından dem vuruyordu:
– İstesem şehirde yaşayabilirdim. Belki de istesem mücevherlerim olurdu. Ama ben burada yaşamayı seçtim. Sessiz ve çok az insanın olduğu bu adayı. Şehirde olsam belki mücevherlerim çalınabilir, yoksullaşabilirdim. Ama ben bu adadayım ve benim anılarım var. Anılarımı da benden kimse çalamaz.
Norveçli kadın haklı… Anılarını ondan kimse çalamaz, kimse koparıp alamazdı. Anılarının verdiği zenginliği görebilme yetisi, onu herkesten daha zengin kılıyordu. Zenginliği, parayla pulla ölçmeyen bilincinin inceliği, haddeden geçip gözlerinin birine yal diğerine bal olarak oturdu o an.
Adını anımsamadığım bir sanatçıya sormuşlardı:
– Estetik ameliyat olmayı düşünüyor musunuz?
Sanatçının yüzünde kırışıklıklar vardır çünkü. Sanatını mimikleriyle icra eden oyuncu, soru karşısında hem sanatçı hem de insan olarak şaşkındı.
– Hayır, demişti. Elbette olmayacağım. Benim yüzümdeki her çizgi, her yılın bir anısı. Yüzümdeki çizgileri yok edersem anısız kalırım, yıllarımı yok etmiş olurum.
İyi bir sinema ve tiyatro sanatçısı, anılarını öldürmez. Yüzünden silmez onları. Anısını yüzünden silen biri onu belleğinden de siler. Belleksiz olmaksa acı. Çok acı. Her yaşın yüze kondurduğu izi görmek yerine onu silmek, hebenneka olmak değil de nedir? Yüzündeki anılarını yok edenin anılarını da çalınır. Her çizgi anıdır çünkü. Bilene tabii.
Anıları değerli kılan şey, kişin yaşama bakışında yatıyor. Mücevheri değil de anılarını seçen o kadın aslında yaşam bilgisini seçmişti. Yüzündeki çizgilerden rahatsız olmayıp sanatını seçen o sanatçı da zarafeti… İncelik, ikisinin de anılarına sinip yaşamlarına yön verecekti yine.
İnsan istese de istemese de anılar, geçmişle hesaplaşmanın, özeleştirinin toplamı olarak belleğe kazınıyor. Görünmeyen kimliğimizi oluşturuyor. Salt sahip olanın görebileceği kimlik… Her şeye karşın yaşamın anlamı… Bu nedenle de her anı aslında, insanın özeleştiri yapabileceği tek gerçektir. Kendini gördüğü, kendine yalan söyleyemeyeceği tarih…
Kişi, anılarını anımsamak istemese de anılar kişiyi anımsıyor. Bir çığlık olarak çıkıveriyor belleğimize bir gün. Kimilerine göre Dıranas’ın çığlığı kimilerine göreyse Nedimce bir söyleyişle haddeden geçip yal ü bal olan.
Geçmişe dönüp baktığımızda içimizi acıtan, yakan anılarla karşılaşırız. Yoksulluğun anısı böyledir. Her akla düştüğünde yakar. Ama her şeye karşın onurunu yitirmeden o anıların içinde yer almak yüceliktir. Onca yoksulluğun, zulmün, haksızlığın, dışlanmanın, sosyal ayrımcılığın içinde kişi, anılarında eğilmeden hâlâ ayakta kalabilmişse bu, yüceliktir.
Yiğit olanın başına her şey gelir. Önemli olan başa geleni eğilmeden, kırılmadan atlatabilmektir. Onuru yitirmeden atlatmak… Yoksa geriye dönüp baktığımızda onurunu yitirmiş anılar, zemheri ayındaki soğuklardan daha çok acıtır parmak uçlarımızı.
Anılar dolu dolu olunca yaşam anlam kazanıyor. Yaşamın belleğidir anılar çünkü. Yoksulluğun anısı da hep acılardan mı oluşur? Her şeye özlemle bakan gözlerin, açlığın anıları soğuktur, yamandır. Soğuktur, yamandır, acıtıcıdır ama genel anlamda yoksulluk sadece açlık/fakirlik de değil. Kitapların, değer yargılarının, sanatın olmadığı anılar az mı yoksulluktur? Az mı yoksunluktur? Az mı hiçliktir?
Anıları olanlara çok şükür… Anılarından utanmayanlara çok şükür… Anılarını taşıyanlara şükran…
(Peki, benim neden anılarım yok? Salkım söğütlerin yansıdığı o gölü, kayığın kürek sesini, bir de arada sinek kapmak için zıplayan balıkların suya dalarken çıkardığı o sesi neden unuttum? Her şeyin dingin, her şeyin susmuş, her şeyin tabloya dönüşecek kadar güzelleştiği o göldeki anılarım neden bende değil? Büyüm bozuldu Elif, anılarım silindi! Neden anılarımı çaldın? O göl sen demekti. Kürek seslerini duymuyorum artık. Neden belleksiz bıraktın beni, anılarımı neden alıp götürdün? Bari anılarımı bıraksaydın giderken!
Dranas, bana da Olvido’yu öğret. Kurtar beni bu gamlardan! Olvido, Dranas, ne olur biraz Olvido!)
Anıları olanlara çok şükür… Anılarından utanmayanlara çok şükür… Anılarını taşıyanlara şükran…
Amma velâkin… Ha söyle de söyle!
İnsan belleği iyi kötü anıları unutur. Hafızai beşer, nisyan ile malüldür,der eskiler,doğrudur.Bilim adamları insan hafızasının bir teyp bandı gibi çalıştığını söylüyorlar. Geriye doğru sarıldığında ilk önce kaydedilenler en son Unutuluyormuş. Yani en son hatırladıklarımız çocukluk anılarımız olacak. Demem o ki somon balıkları glbi doğduğumuz yere yolculuk yapıyor hafızamız. Selamlar, saygılar.