Patates Tabağı

Patates Tabağı

Bir bozkır köyü… Sunucu, yanından geçen bir gence köyle ilgili bir şeyler sormak için mikrofonu uzattı. Genç de bu köyden olmadığını, teyzesine birkaç günlüğüne konuk geldiğini söyledi:

– Annem ölünce teyzem, acım dinsin diye birkaç günlüğüne yanına çağırdı. Yarın eve döneceğim.

Sunucu, teyzenin anne yarısı olduğunu söyleyerek genci teselli etmeye çalıştı. Genç, yere baktı durdu. Uzun süre konuşmadı. Öylece baktı yere. Yerde toprak vardı. Yerde taşlar vardı. Genç; o topraktan, o taştan sözcük alıp konuştu:

– Teyzem sabahleyin kahvaltılıkların yanında patates de kızartmıştı. Tabağımdaki patatesleri yedim ama ikinci tabağı isteyemedim. Annemden isterdim ama.

Sonra genç sustu. Bozkırlara doğru yürüyüp gözden kayboldu. Sunucu da öylece kalakaldı, konuşamadı. Elindeki mikrofon üşüdü, buza kesti. Toprak sustu, taşlar sustu. Onları dinleyen bir kırlangıç, yuva yapmak için ağzında getirdiği çamuru düşürdü. Yuva yapmaktan vazgeçip uzaklara, daha uzaklara uçtu.

Gencin gözlerindeki acının ağırlığı, Ağrı Dağı’ndan daha büyüktü. Sırtlasa dünyanın öteki ucuna taşıyabilirdi Ağrı’yı. Atlas, acım var demesin. Atlas; acıyı, ağır yükü gelsin bu gençten öğrensin. Ciğeri bir kartal tarafından her gün parçalanan Prometheus, ciğer acısı neymiş bu gence sorsun. Onun çaldığı ateş, o gencin ciğerine köz, gözlerinde yangın olmuşken Prometheus gelsin de ciğeri yanmak neymiş, bu gençten öğrensin.

Pagan döneminin o saflığı yok artık. Kimse kimseyi düşünmüyor. Anneler hariç… Şefkat, bir tek annelerde yaşıyor. Bu nedenle bir anne ölmeye görsün ardından bir dağ yıkılır, bir deniz kurur, bir turnanın kanadı kırılır, bir yıldız kayar, yeşil ekinler biçilir. Bir anne ölmeye görsün yeter ki. Ev, ev olmaktan çıkar, düzen bozulur, kervan dağılır. Anneyle beraber nedense ev de ölüyor. Keşke anneler ölmese. Anneler yaşasa. Hep yaşasa…

O gözleri sürmeli gencin boynu bükük gidişi hâlâ gözlerimin önünde. Sürmeli kara gözleri bütün turnalarını öldürmüştü sanki. Ne turnası vardı ne de bir bekleyeni… Bozkır köyü ilk kez böyle sessiz… Sanki “Yozgat’ı sel aldı, Sorgun’u duman…” Sanki tufan var Yozgat bozkırlarında.

Yozgat bozkırlarında, Kırşehir bozkırlarında Neşet Ertaş da dolaşmıyor. Yüze dökülmüyor artık zülüf. Ne Yozgat bozkırları eski bozkır ne de Çukurova eski Çukurova…

Hava öyle ağır ki…

Yozgat bozkırları, yırtık kuyruklu kırlangıçlar sorum sizedir:

Anneler ölünce dağlar neden yıkılır? Neden Sorgun’u duman, Yozgat’ı sel alır? O genç, ikinci tabağı neden isteyemez artık? O kırlangıç bu bozkır köyünü neden terk eder, neden genç kızların zülfü yüze düşmez?

Neşet Ertaş’ı görürseniz ona da sorun. Bir de deyin ki Neşat Ertaş’a:

– Zahide öldü!

Neşet Ertaş, bağlamasını bırakıp ayağa kalkarsa bilin ki mahşere seyrana çıkmıştır. Zahide’yi aramaya… Unutmayın ama mutlaka sorun. Olur mu?

Amma velâkin… Ha söyle de söyle!

1 Comment

  1. burnumun direği sızladı, patates tabağının bana dokunacağını hiç düşünmemiştim. Üslup da şiir olunca bir solukta okudum.

Comments are closed.