Benolsamcılar

Uzun zamandır onları yazmak istiyorum. Doğrusu, kim olduklarını, nereden geldiklerini, kaç kişi olduklarını, ne yiyip ne içip de bu hale geldiklerini de bilmiyorum. Tek bildiğim sağda solda duyup gördüklerim.

Zaten bir benolsamcıyı görür görmez tanıyamazsınız. Çünkü bunlar, on beş yaşında da yetmiş beş yaşında da olabilir. Benolsamcı, erkek, kadın, eğitimli ya da eğitimsiz olabilir. Kimi rakı içer, kimi nanelimon. Beş vakit namaz kılanı da vardır, İmam Efendinin karşısına çıkmak için musalla taşına uzanmayı bekleyeni de. Kaşına gözüne, giyim kuşamına, yaşına başına bakarak onları tanıyamazsınız. Ben onlardan birine ilk kez okulda rastlamıştım, adı Zeynep’ti yanılmıyorsam. “Ben öğretmen olsam, annesi veya babasından birisi öğretmen olanların direkman sınıfını geçirtirdim. Hele ikisi birden öğretmense, kayıt sırasında takdir belgesini de verirdim.” demişti bana. Tahmin edeceğiniz gibi Zeynep’in annesiyle babası öğretmendi. Yani eğer Zeynep öğretmen olsaydı, aslında öğrenci olan kendisi ‘direkman’ geçebilecekti sınıfı, hem de okulun ilk gününden takdir belgesini alarak.

Benolsamcıların gözü Zeynep gibi her zaman yukarıda ya da kendi çıkarlarında olmaz. Genellikle kendileri bile fark etmeden, öylesine sokuverirler burunlarını başkalarının işine. Benmüdürolsamcı hademe “Ulan müdürün yerinde ben olsam, saat beşte çıkanın götüne hızlıca vururum ki tekmeyi, evine uçarak gitsin” derken müdür de “Hademenin yerinde olsam, işimi adam gibi yapar, sonra da öğretmene falan postayı atarım. Değer mi iki toz taneciği yüzünden kocagötlü Semra Hanımın kahrını çekmeye” diyebilir.

Kartal’da otururken kırklı yaşlarında doktor bir komşumuz vardı. Yerel seçimlerde belde başkanlığı için aday olarak siyasete atılmış ancak eski muhtarın belediye başkanı olduğu seçimde, o yeterince oy alamadığından seçilememişti. “Halk bu hatasını çok pahalı ödeyecek” dedikten sonra bana dönüp “Ben vatandaş olsam, muhtara değil doktora oy verirdim. Çok merak ediyorum, iki gün sonra hastalanınca muhtara mı gidecekler yoksa doktora mı?” demişti. Ben hemen kendimi temize çıkartmak için “Ben muhtar olsam, zaten en baştan kendiliğimden çekilirdim, ama doktor olsam da bu işlere girer miydim bilmiyorum. Hoş biz oyumuzu sana verdik ama ben kazanmadığına da seviniyorum ağabey, tabii kendi sağlığımız açısından.” gibi çıkarlarımı koruyan bir yanıt verdim. İki yıl sonra, bana seçimlerde hile yapıldığından artık adı gibi emin olduğunu söyledi. Seçimden sonra bu mahalleden gelen hastaların tümü, oyunu kendisine verdiklerine yemin etmişler. Oysa doktorun aldığı oy, hastalarının onda birinden azmış. Avukatı ile görüşüp bu durumu değerlendirecekmiş.

Bugüne dek benolsamcıların kendi işlerinde bir halt olabildiklerine ben rastlamadım. Onlar kendi işleri yerine hep başkasının işlerini düşünürler. Başkalarının yapması gerekenleri düşünmeye öylesine kapılıp giderler ki kendi işleri ile uğraşmaya zamanları kalmaz. Muhasebe müdürü, “pazarlamanın başında ben olsam” diye söze başlarken içerideki odada pazarlama müdürünün “ben muhasebecinin yerinde olsam” diyerek nutuk çektiğini bilmez. Kendi işi üzerine düşünmez, zaten kendi işinde başarılı olmak zordur. Kolay mıdır öyle aklı bir karış havada bir adam için muhasebe ile uğraşmak, dışarıdan göründüğü gibi değildir bu hesap kitap işleri. Bir hata yapar, kırk yıl ödersin cezasını. Peki ya pazarlama: iki selam ver, bir göt salla, işin tamamdır. Bir de patron, odanın önünden geçerken bağıra bağıra telefon edersin müşterilerine, cillop gibi olur. Sonra oturursun masanın başına, primlerini hesaplarsın.

Bir gün işyerimin otoparkında bir benbaşbakanolsamcı ile benbelediyebaşkanıolsamcının konuştuklarını duydum. Aynı çevreden insanlar. Bildiğim kadarıyla, benbaşbakanolsamcı iki ay önce işe zamanında gitmeyi beceremediği için kovulmuş bir boşta gezer, benbelediyebaşkanıolsamcıysa o sıralarda babasının ikinci işini batırmakla meşgul bir galericiydi. Konuşmanın bir yerinde benbaşbakanolsamcı, benbelediyebaşkanıolsamcıya el şakası yapınca, benbelediyebaşkanıolsamcı ona “yalama” dedi. Koskoca benbaşbakanolsamcı da karşısındakinin boyunu işin içine katıp “güdük” deyivermesin mi, koca koca devlet adamları sokakta alt alta üst üste boğuşmaya başladı. Neyse ki o sırada benyöneticiolsamcı kapıcı oradan geçiyormuş da bunları ayırdı. Yoksa benemniyetmüdürüolsamcı polis Ramazan’a kadar giderdi bu iş.

Benolsamcıların hedefleri kısa süreler içinde kolayca değişebilir, bir gün şarkıcı olmak isterken ertesi gün bu arzuların sönüp, sinema yönetmeni olmak istediğini görebilirsiniz. Ancak hedefler değişse de kendi dışında birinin yerine karar alma özlemi pek değişmez. Benolsamcılık virüsü insanın içine bir kez girdi mi bir daha zor çıkar. Hatta bazı kişilerde giderek ilerlediğine bile tanık oldum. Bu tür ileri hastaların içinde, zaman boyutunu aşanları bile var. Bunların içinde, “ben Mimar Sinan olsaydım kemerin altını şöyle yapardım” diyeninden tutun da, “ben Fatih Sultan Mehmet olsaydım, hepsinin kökünü kuruturdum” diyenine kadar, ne ararsanız bulabilirsiniz. Ancak hangi mesleği incelerseniz inceleyin, gene de bu türün en iyi örnekleri ya siyasetçilerden ya da siyasetçilere özenenlerden çıkar. Beni kendisine hayran bırakmayı başaran bir benolsamcı da gene bir siyaset adamıydı. 23 Nisan’da kendi koltuğuna oturan bir çocuğun talimatlarını dinleyen deneyimli siyasetçimiz, söylenenleri beğenmemiş olacak ki koltuğu devralır almaz, “Ben çocuğumuzun yerinde olsam hükümetle ilgili değil kendi sorunlarımla ilgili açıklamalar yapmayı tercih ederdim” dedi. Yani iki dakika için de olsa kendi yerinde olmak isteyen çocuğun yerinde olsaymış.

Ama siz gene de bu kişilerin hep işle ya da siyasetle ilgili olduklarını sanmayın: Benerkekolsamcı bir kadın, benbalıkolsamcı balıkçı, benmanavolsamcı bakkal, benşefinkarısıolsamcı memur, benteknikdirektörolsamcı taraftar, benlokantacıolsamcı aç, benpezevenkolsamcı orospu, benameleolsamcı patron… Saymakla bitmez onlar. Dalga dalga gelirler, çekirge sürüsü gibi kaplarlar gökyüzünü. Sokabilecekleri her iş için hazırda bekler burunları. Büyük sorunları başkalarının ağzından çözmek için sürekli rol değiştirir durular.

Ben gene de hem sever hem de sayarım onları. Onlarınki de farklı türden bir eşduyum (empati). Kimse, son söz olarak “herkes kendi işine baksa, herkes kendisi gibi olmaya çalışsa” türünden felsefi bir söz beklemesin. İşin doğrusu ben herkesin başkalarının işine karışmasından son derece hoşnutum. Zaten benokurolsam ders vermeye kalkan yazarların tümünü bütünlemeye bırakırdım.

About Burak Kaya 134 Articles
Müzisyen, yazar.