Can Dündar’ın özgür kalmasını istiyor ve bakın çok sert söylüyorum: “Derhal çıkarın bu adamı hapisten.” Bu işin şakası falan yok. İyice sinirlerim bozuldu. Günde üç tane kampanya imzalıyorum, sosyal medya üzerinden ortalama otuz, kırk tane çağrı destekliyorum, gecem gündüzüm Can Dündar oldu yemin ederim. Bugün arkadaşım “Can Dündar’dan mektup var” deyince hemen “ben okudum” diyerek sıyrılmaya çalıştım ama yemedi, “Senin okuduğun eski mektuptur, bu daha çok yeni” diyerek satır satır okudu bana. Türkiye’de işkence yok diyenlere soruyorum: İşkence değil de nedir bu?
Adam hapse gireli on gün oldu, yazdığı mektup sayısı on’dan fazla. İsmail Beşikçi hayatının on yedi yılını hapiste geçirdi, onun yok cezaevinden bu kadar mektubu. Ne ara yazdın sen bu kadar mektubu, nasıl hapishane bu, zorla mektup mu yazdırıyorlar burada tutuklulara?
Arkadaş çıkarın bu adamı, bitsin bu iş. Tamam bugüne kadar sizlerle üstünde anlaştığımız bir konu olmadı ama harbi söylüyorum bu noktada uzlaşabiliriz. Toplumun ruh sağlığı tehlikede diyorum size beyler boru değil. On günlük bilanço ortada. Bakın Nazım Hikmet aşağıdaki şiiri 1945’te yazmış, yani yedi yıldan fazla hapiste kaldıktan sonra:
“Şimdi dışarda olmak,
dörtnala sürmek dağlara doğru atı.
«— Ata binmesini de bilmezsin,» —- diyeceksin ama
şakayı bırak ve kıskanma,
yeni bir huy edindim hapiste :
seni sevdiğim kadar değilse de
hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı…”
Bu adam henüz bir haftası dolmadan Nazım’dan daha çok hapishane yazısı yazdı. Bak bugünkü mektubunda ne yazmış:
“Aralık ayazı ağır demir kapının aralığından soğuk nefesini üflemeye başladı.
Alafranga tuvaletin deliği, konuştukça kötü kokular yayan bir gardiyan ağzı gibi, bu toplama kampının içinde biriken pisliği yayıyor etrafa…
Kalın beton duvarların ardından bekçi düdükleri işitiliyor; içerde florasanın biteviye ıslığı…
Soğuk.
Gündüz güneşi bile avluya uğramadan geçiyor; bina öylesine itici…
Havalandırmanın ışığı, pencerenin kahverengi parmaklıklarında parçalanıp soluk gölgeler halinde hücremin zeminine vuruyor.
Asık suratlı çıplak duvar, sarışın bir kuyu sanki…”
Beyler, tehlikenin farkında mısınız? Gören de yirmi yıldır hapiste sanır. Florasanın biteviye ıslığı, ağır ve demir kapının soğuk nefesi, konuştukça kötü kokular yayan gardiyan ağzı. İlk haftanın meyveleri bunlar. Daha bunun gökkuşağı var, uçurtması var, görüş günü var. Allah korusun bu adam bir yıl falan yatarsa Türkçenin bütün imgeleri klişeler içinde ziyan olacak, her yanımız ucuz şiirlerle, pembe dizilerden fırlamış kafiyeli metinlerle dolacak, belki kalan ömrümüzde Can Dündar’ın hapisliği üzerine onlarca kitap, anı, belgesel izleyeceğiz. Siz hapse girdiğinin ertesi günü “Asık suratlı çıplak duvar, sarışın bir kuyu sanki..” diye edebiyat parçalayan birisinin bir yıl hapis yatarsa neler yazabileceğini hayal edebiliyor musunuz?
Ayrıca gazeteci adam atılır mı hapse, demokrasi deyince mangalda kül bırakmıyorsunuz. İlla içeri atacaksanız Fethullah’ın adamları gibi başka bir bahane bulun, ne bileyim ‘köşe yazılarındaki çok bilmiş tavırları’ ya da ‘kahraman gazeteci edaları’ nedeniyle tutukladık deyin. Bak böyle yaparsanız çok daha fazla yatar içeride. ‘Yardım tırları silah taşıyormuş’ yazdı diye adam hapse atılır mı? Fotoğrafları da var hepsinin, yazmayanı döverler bu meslekte. ‘Tepeden bakan tavırları’ deyin, ‘başıboş yazıları’ deyin, ne derseniz deyin ama gazeteciliği karıştırmayın işe. Hem sevimli bir insan, ailemizden biri gibi oldu bak. Ben karısını, çocuğu, halasını, ilkokul öğretmenini ve oto sanayideki ustasını izleme fırsatı buldum geçen hafta televizyonlarda. Başka olaylar da oldu sanırım dünyada, göçmen çocuklar ölmüş mesela, Paris İklim Zirvesi’nde büyük ülkeler gene topu taca atmış, Rusya’yla savaşın eşiğine gelmişiz galiba. Vallahi benim haberim yok, ben sadece Can Dündar’ı takip edebildim geçen hafta.
Son yazısından bir bölüm daha alayım da içine düştüğümüz durumu iyice anlayın:
“Umudu yitirirsen, kapana kıstırılmış bir sıçan gibi içine kapanıp orada ufalanman işten bile değil…
Hele adaletsizliğin tesellisini imanda arayanlardan değilsen…
İyi ki hayal kurmayı öğretmişsin kendine…
Havalandırma lambasından ay ışığı, florasan ıslığından yavuklu soluğu yapmayı biliyorsun.
Ayazı, kokuyu, tecridi unutup semada aniden peydahlanan kuş sürüsüyle kanat çırpabiliyorsun.
Ve üşüdüğünde haklılığınla ısınabiliyorsun.
Asıl saray burası işte… İçinde haram yok.
Odalar küçük, yürekler büyük…”
Büyük olan kendi yüreği tabii ki. Bir insan kendine kahraman der mi? Eskiden hapislik sol düşünce için bir direniş simgesiydi, bir ay daha geçsin hapis lafından midemiz bulanacak yemin ediyorum. AVM’den, lunaparktan bir farkı kalmayacak Silivri Tutukevi’nin. Her sabah “Can kaçtı mı?” diye kontrol ediyormuş gardiyanlar, öyle yazıyor. Hangi filmi seyrediyorsa içeride bilmiyorum artık. Olmadı az açık bırakın kapısını, elektrikler kesilsin iki saat, gardiyanlar uyusun yalandan. Ama yok vaz geçtim, eğer kaçarsa sittin sene bitmez o kaçış hikayesi, Spielberg’le falan anlaşır, dünyanın gündemine sokar bu kaçış hikayesini.
Erdem Gül’le görüşmeleri de yasakmış. Ben bu talebin Erdem Gül’den geldiğini tahmin ediyorum ama cezaevi yönetimi nezaketen bunu söylemez tabii. Yalnız bir konuda Can Dündar’ı da tebrik etmek lazım, yani ‘volta atmak’ falan gibi lafları, bilumum hapishane raconlarını, hücredeki yalnızlığa alışmayı iki günde hemen öğrenir mi insan, vallahi bravo. Bugüne kadar Silivri’de binlerce kişi kaldı. Yılları geçti insanların hapiste ama Silivri’yi Guantanamo’ya benzeten olmadı hiç. Can Dündar hariç:
“24 saat hücremizde tek başımızayız.
Erdem, hemen yanımdaki hücrede yatıyor. Kapısı kol mesafesinde.. Ama görüşmemiz yasak. Tecrit o kadar sıkı ki avukat görüşüne giderken bile, karşılaşmayalım diye önce birimizi içeri alıp sonra diğerimizi götürüyorlar.
Dar koridora açılan demir kapının üstünde cep telefonu büyüklüğünde bir gözetleme deliği var. Ayak parmaklarının üzerinde yükselip birkaç saniye el sallamak mümkün oluyor ancak…
Gardiyanlarımız ve avukatlarımız dışında kimseyi görmememiz isteniyor anlaşılan. Peşinen cezalandırma…
Okuduğum tutsak hatıralarını geçiriyorum aklımdan: Hiçbirinde böyle ağır bir tecritten bahsedildiğini hatırlamıyorum.
Belki Guantanamo’da vardır.”
Evet buradan çağrımı yineliyorum. Gelin bırakın bu adamı, o da kurtulsun, biz de kurtulalım. Daha yılbaşısı var, bayramı var, babalar günü var. Her yanımız kahramanlık hikayeleri ve mapushane şiirleriyle dolmadan salıverelim Can Dündar’ı. Eğer kaçarsa söz veriyorum: Gerekirse biz aramızda toplar, sırayla yatarız onun yerine. Çok rica ediyorum: “Yarından tez yok, hemen bırakın bu adamı. Yeni bir mektuba daha dayanacak gücüm kalmadı.”
Yazılarınızda katılmadığım görüşleriniz olmasına rağmen mizah tadında’ki yazılarınız çok güzel ve keyifle okunuyor.Yazılarınız bana eski Engin Ardıç’ın yazılarını anımsattı.(25-30 yıl önceki) umarım siz o’nun bugün kü haline benzemezseniz.
Not: Yazılarınızda lan sözcüğü çok itici bence o’nu çıkarırsanız daha güzel olacak.
Saygılarımla
Kemal Adıgüzel